“Büyükşehir Belediyesi’nin tarıma ve kooperatiflere desteği artarak sürecek”

İzmir Büyükşehir Belediyesi bu yılın ilk aylarında 28 kooperatifle 2021 yılı için ürün alım sözleşmesi imzaladı. “Kentlerde Sürdürülebilir Su Politikaları Zirvesi” ne ev sahipliği yaptı. İlgiyle izlediğimiz bu konular üzerine, Bornova’da yeni açılan Can Yücel Tohum Merkezi’ni ziyaretimiz sırasında buluştuğumuz İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Daire Başkanı Şevket Meriç’le sohbet etme şansı bulduk.

– İzmir Büyükşehir Belediyesi, tarım politikaları bakımından diğer büyükşehirlere de örnek ve esin kaynağı olan adımlar atıyor. Belediye’nin bu konudaki yaklaşımını özetleyebilir misiniz?
– Şevket Meriç: Yerel yöneticilik sadece kentin temizliği, yolları, altyapısı gibi temel konularda kentsel hayatın gereklerini yerine getirmekten ibaret değil elbette. Özellikle merkezi idarenin bıraktığı boşluklar düşünüldüğünde, yerel yönetimlerin kentin ekonomik kalkınması, sosyal ve kültürel ihtiyaçları, yoksulluk, istihdam gibi pek çok alanda da asli sorumluluklar üstlenmekle karşı karşıya olduğu artık herkesin kabul ettiği bir gerçek. Üstüne bir de pandemi ve İzmir özelinde peş peşe gelen deprem, sel, dolu gibi afetlerle beraber bu sorumlulukların daha da ön plana çıktığı bir dönem yaşadık. Üstelik bu olağandışı dönem bitmiş de değil.
İzmir söz konusu olduğunda, bu geniş sorumluluk alanının en temel ve öncelikli başlıklarından birini “tarım” oluşturuyor. Tarımla uğraşan büyük bir nüfusumuz var. Kentin ekonomik ve sosyal yaşantısında tarım vazgeçilmez bir yere sahip. Dolayısıyla Büyükşehir Belediyemizin politikalarının odaklandığı başta gelen alanlardan biri tarım.
Burada Başkanımız Tunç Soyer’in bu alandaki özel hassasiyetini de vurgulamak lazım. Tarım konusunda Seferihisar’da geliştirdiği ve uygulamalarını birlikte hayata geçirdiğimiz yaklaşımı biliyorsunuz. “Başka bir tarım mümkün” başlığıyla ifade ettiğimiz bu yaklaşımın çeşitli boyutları var. Yerel üreticileri kooperatifler temelinde örgütlenmeye teşvik eden, bu örgütlenmeleri her yönden destekleyen, tarımsal ürünlerde katma değerin artırıldığı bir model geliştiren, ürün çeşitliliğini korumak ve gıda bağımsızlığının teminatı olmak adına yerel tohumlara sahip çıkan, insanlığın geleceğindeki su ve iklim krizi gibi sorunları gözeten, kendi içinde bütünlüğe sahip bir yaklaşım bu. Geçen iki yılda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarımla ilgili faaliyetlerini belirleyen de bu yaklaşım oldu.

– Neler yapıldı bu yaklaşım çerçevesinde, başlık başlık ele alırsak?..
– Yerel üreticilere desteklerimizden başlayalım isterseniz. Geçen iki yılda üretici kooperatiflerinden 340 milyon liranın üzerinde alım yaptık. Yaptığımız sözleşmelerle 60’ın üzerinde kooperatife alım garantisi verdik. “Yeter ki üretin, örgütlü olun, bir çatı altında toplanın, böylece krizlerden en az etkileneceğiniz bir yapıya kavuşmuş olacaksınız” dedik. Tunç Başkanın sözleridir bunlar.
Alım garantisi veriyor olmamızın, kooperatiflerde bir rehavete yol açmaması özellikle hassas olduğumuz konu. “Bizim için üretin ama bize bağımlı olmayın” diyoruz. Bu desteği uygularken, onların kendi başlarına ürettikleri ürünleri pazarlayabilmekle ilgili potansiyellerini ortaya çıkarmalarını ve geliştirmelerini sağlıyoruz. Bu noktada ürünlerini bize satarken aynı zamanda kendi alıcı kitlelerini de oluşturduklarını söyleyebilirim. Kendi e-ticaretlerini yapan, kendi dükkanlarında, mağazalarında kendi imkanlarıyla satış yapan kooperatiflerin sayısı hızla artıyor örneğin.
Kooperatiflerden alım yaparken gözlemlediğimiz başka bazı değerli veriler de var. Bizden aldıkları güvenle daha profesyonel yönetim şekilleri geliştirdiklerini, ürün çeşitliliklerini arttırdıklarını, daha modern üretim tekniklerine yöneldiklerini, tüketiciye sunarken daha sağlıklı kriterlere ulaştıklarını gözlüyoruz.

– Kooperatiflerden aldığınız ürünleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Üreticinin düzenli bir gelire kavuşmasını sağlarken, tüketicinin de güvenli gıdaya ulaşmasına aracı oluyoruz. Belediyemize ait Halkın Bakkalında, gıda güvenliği standartlarında tüketiciye sunuyoruz. Sekizinci şubesini açtık. Bu bakkallarda 27 kooperatiften tedarik ettiğimiz 400 kalem ürün bulunuyor. Hepsi de analizleri yapılmış, etiket yönetmeliklerine göre üretilmiş, denetlenebilir ve izlenebilir ürünler. Az önce söylediğim gibi, bu ürün çeşitliliği kooperatiflerin gün geçtikçe daha yüksek standartları hedeflediğini de gösteriyor.
Ayrıca karşılaştığımız canımızı yakan felaketler Belediyemiz için sosyal yardım sorumluluğunu daha da öne çıkardı. İhtiyaç sahibi dar gelirli ailelere on binlerce gıda kolisi hazırlandı, yemek dağıtıldı. Bunların da büyük ölçüde kooperatiflerden tedarik edilen ürünlerle yapıldığını söyleyebilirim.
Şu nokta çok önemli. Pandemi döneminde neye şahit olduk? İnsanlar ilk etapta marketlere, bakkallara akın ettiler. Gıda alışverişine yöneldiler. Sağlıklı gıdaya ulaşabilmenin ne kadar yaşamsal bir sorun olabileceğini gösterdi bu süreç. Tarımsal üretimin, gıdada kendine yetebilmenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bu yönden baktığınızda, bu tip kriz ve afet dönemlerini aşmanın en uygulanabilir yolunun bir araya gelmiş, örgütlenmiş, gönüllülük aidiyeti ile birbirine bağlı olan kooperatif tarzı üretim modelleri sayesinde olduğunu görüyorsunuz.
Aslında Belediyemiz, kentin, tarımsal üretimini yapan kırsalı ile sağlıklı gıdaya erişme ihtiyacı duyan ya da kimi dezavantajlı bileşenleri arasında bir dayanışma köprüsü kurulmasına da aracılık etmiş oldu böylelikle.

– Kooperatiflerin kendi başlarına kolaylıkla altından kalkamayacağı üretim altyapısı maliyetleri var. Bu konularda desteğiniz oluyor mu?
– Kooperatiflerin üretim kapasitelerini bağımsız bir temelde geliştirebilmeleri için en önemli nokta bu. Üretimi geliştirmek ya da teknolojik bir yenilenme gerçekleştirmek için gerek duydukları destekler için bize başvuruyorlar. Ya da bizim yaptığımız incelemeler sonucunda bazı ihtiyaçları tespit etmiş oluyoruz. Neticede kooperatiflerle yürüttüğümüz ortak çalışmalarla, bu ihtiyaçları giderecek adımları atıyoruz.
Bunların ayrıntıları raporlarımızda yer alıyor ama aklımda kalanları şöyle özetleyeyim: Kemalpaşa’da bal paketleme ve işleme tesisi hizmete girdi. Tire’de ürün işleme boylama paketleme ve soğuk hava ünitelerinin olduğu bir ürün alım merkezi kuruldu. Başka ilçelerde de devamı gelecek. Yeni yapılan ya da bakımı ve genişletilmesi gerçekleştirilen hayvan içme suyu göletleri var. Karaburun, Menderes, Menemen ve Ödemiş’te dört sulama kooperatifinin sulama altyapısının modernize edilmesi sağlandı. Üretici kooperatiflerine ekim, gübre serpme ve süt soğutma tankları gibi son teknoloji tarım makineleri hibe edildi. Ortak tarım makine parklarımız var ve geçtiğimiz dönemde beş binin üzerinde üreticimiz bunlardan faydalanmış. Bunların dışında da Yahşibey’de bir sulama göleti ve damlama sulama tesisinin yapımına, Bayındır’da süt işleme, Ödemiş’te et entegre tesisi, Bergama’da meyve-sebze kurutma ve paketleme tesisi kurma hazırlıklarına başlandı.
Bu tür desteklerin yanı sıra, bir de eğitimle beraber yürüyen desteklerimiz var. Örneğin arıcılıkla ilgili kurslar oluyor, kursu başarıyla tamamlayan üreticilerimizde kovan veriyoruz. 134 baş yerli ırk manda dağıttık dört ilçemizde. Manda yetiştiriciliğini canlandırmak ve “İzmir Mozzarellası” üretip bir dünya markası haline getirmek istiyoruz. Bu konuda da diğer alanlarda olduğu gibi eğitim çalışmalarımız ayrıca devam ediyor. Bunun dışında beş milyonun üzerinde fidan dağıtmışız.
İzmir Tarımı, sadece tarlada başlayıp tarlada biten bir faaliyet değil; lojistiği, paketlenmesi, ürünlerin işlenmesi, markalaşması, satışı, ihracatı, Ar-Ge ve eğitim faaliyetleri ile bütün bir ekonomik süreci kapsıyor. 2019 yılından bugüne üretici kooperatiflerden yaptığımız toplam alım miktarı 340 milyon lirayı aştı. (Pandemi dönemi rakamı ise 200 milyonun üzerinde)
Ürün alım sözleşmesi imzalanan kooperatif sayısı arttı, ürün yelpazesi genişledi. Son iki yılda ürün alım sözleşmesi imzaladığımız kooperatif sayısı 60’a ulaştı. 28 üretici kooperatifinden ürün alımının devamına ilişkin yıllık protokolümüzü ise ocak ayında yeniledik.
Üretici kooperatifleri ile kurulan sağlam işbirliği ile tarımsal ve kırsal istihdama yönelik önemli katkılar sağlandı, yerel üretim birçok alanda desteklendi. Süt Kuzusu projesine Tire’den sonra Kiraz ve Bergamalı üreticileri de dâhil ederek 30 ilçemize de yaygınlaştırdık.
Kooperatif ürünü rengârenk çiçekler, İzmir’in parklarını, sokaklarını süsledi, sosyal yardım ve dayanışma paketlerimiz kavurma, peynir, zeytin, bal gibi ürünlerle bereketlendi. Köylerimizde 2019’dan bugüne 1 milyon 205 bin 065 adet zeytin ve meyve fidanı dağıtıldı, bugüne kadar dağıtılan toplam fidan sayısı 4 milyon 950 bine ulaştı.
Hayvancılıkla uğraşan küçük ölçekli üreticilerimize destek olmak ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliğini teşvik etmek amacıyla Beydağ, Kemalpaşa, Aliağa, Torbalı ve Kiraz’da bin 253 küçükbaş hayvan hibe ettik.
Yeri gelmişken yerel tohumdan bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu alanda da özel bir çabamız var. Şu anda bulunduğumuz, Bornova’da Aşık Veysel Rekreasyon Alanı’ndaki Can Yücel Tohum Merkezi. Can Yücel’in adıyla ilk tohum merkezini Seferihisar’da 2011 yılında yaptığımız ilk yerel tohum etkinliğinden hemen sonra açmıştık. Şimdi Bornova’da ikinci merkezimizi kurduk. Yerel tohumlarımıza sahip çıkmak, kaybolup gitmelerinin önüne geçmek adına bir çabamız var.

– Sizce İzmir’de tarımsal üretimin genel planlamasıyla ilgili olarak da üreticinin yönlendirmeye ihtiyacı var mı? Belediye’nin bu destekler aracılığıyla böyle bir rolü oluyor mu?


– Üretim planlamasının yönlendirilmesi gerekiyor elbette. Örneğin iklim değişikliğine karşı dirençli, su kaynaklarının kullanımı konusunda duyarlı bir tarımsal üretimin hayata geçirilmesi gerekiyor. Tarımsal Hizmetler Daire Başkanlığı olarak öncelikle biz havzanın üretim modellerini keşfediyoruz. İklim duyarlılığı bakımından, toprağı, havayı, suyu geleceğe daha sağlıklı şekilde bırakabilecek üretim modeli neyi gerektiriyorsa, o yönde bir planlama çabası içerisine giriyoruz. Bunu yaparken de en değerli paydaşlarımız, yol arkadaşlarımız kooperatifler. Sasalı’da çok yakında açacağımız Tarımsal Araştırma Merkezimiz ile bu gibi sorunlara da çözüm arayacağız. Konusunda uzman arkadaşlarımız, üreticilerimize her konuda destek olacaklar. Üretimini yapacakları bitki deseni, ürettikleri ürünlerin pazarlanması aşamasında ihtiyaç duydukları grafik tasarım hizmetleri, yurt içi yurt dışı pazarlama gibi konularda onların yanında olacağız. Merkezimizde bulunan akıllı seralarda yapacağımız üretimlerle bu çalışmaları bir adım öteye taşıyacağız.
Örneğin “Süt Kuzusu” projesiyle 156 bin aileye süt dağıtıyor, bu şekilde kentte süt ve hayvancılık faaliyetlerine destek sağlıyoruz. Bu sayı daha da artırılacak. Daha öncesinde yalnızca Küçük Menderes havzasından süt alınıyordu. Ama biz yaklaşık iki yıldır, gelirin İzmir ili içerisinde daha orantılı yayılabilmesi için kuzeydeki üretici kooperatiflerden de süt almaya başladık. Yani artık sadece Menderes’ten değil, aynı zamanda Bergama yöresinde üretilen sütlerden de çocuklarımıza ulaştırmaya çalışıyoruz. Bunun şöyle bir sonucu oluyor. Bir hanenin besleyebileceği insan sayısı ya da bir kişinin bakabileceği insan sayısı nasıl sınırlıysa, bir üretim havzasının besleyebileceği hayvanların da bir sınırı var. Bir havzanın besleyebileceğinden daha fazla büyükbaş hayvanı barındırmak, o havzanın tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını da orantısız bir şekilde kirletmek ve eritmek anlamına gelir. Kuzey bölgelerimizden de süt almaya yönelirken kaygımız yalnızca gelirin eşit dağılımı değil, Küçük Menderes havzasının kaynaklarının da bir iklim duyarlılığı çerçevesinde korunmasıydı.
Çünkü bu havzada 30 binin üzerinde kuyuyla, sondajla su çekildiğini gördük. Bu devasa bir rakam. Bir su kıtlığı kapıya dayandığında kullanılması gereken suyun, bugün slaj üretimi için kullanılması anlamına geliyor. Mesele bir haneyi geçindirmek yani bu mesele özelinde havzanın ekonomik faaliyetinin sürekliliğini sağlamaksa, bunu yalnızca büyükbaş hayvan yetiştirerek yapmak zorunda değiliz. Bunu küçükbaş hayvancılıkla, başka üretim modelleriyle de yapabiliriz.
Bu örnekte olduğu gibi, verdiğimiz desteklerin niteliği itibariyle üretimin İzmir ölçeğinde iklim krizi gibi kaygılara göre de planlanması çabasındayız. Aynı şekilde, hayvanlarımızı sadece slajla doyurmak zorunda da değiliz. Yaşadığımız bu bereketli toprakların bazı yerel ürünlerini bu bakımdan yeniden canlandırabilir, değerlendirebiliriz. Örneğin karakılçık buğdayı. Karakılçık buğdayının Seferihisar’dan başlayan hikayesini herkes biliyor. Karakılçık buğdayını yerel ve kırsal kalkınmanın tam bir örneği olarak görmek mümkün. Tohumu ekiyorsunuz, büyüyor, tanesinden ekmek yaptığınız gibi samanından da yem elde ediyorsunuz.
Slajdan yerel tohumla elde ettiğimiz yem bitkilerine geçişi de uygulamaya başladık. Ödemiş özelinden konuşmaya devam edersek, 200 dekarın üzerinde bir araziye karakılçık, gambilya, mürdümük, aynı zamanda yerel buğdaylarımızdan kızılca, kavlıca gibi çeşitleri ekiyoruz. Bunların boyları diğer çeşitlere göre çok daha uzun olduğu için, saman miktarları da çok fazla. 2020-2021 sezonunda karakılçık ektiğimiz arazi miktarı 1500 dekarın üzerinde. Önümüzdeki yıl çok daha artacak. Çok daha geniş alanlarda ekeceğiz. Bugün için bu rakamlar istatistikleri değiştirmeye yetmeyebilir ama gelecekte, yerel tohumla elde edilen yem bitkilerini artırdığımızda, bu dönüşümü kesinlikle sağlayacağız. Mevcut kullanılabilir suların yüzde 77’si tarımsal faaliyetlerde tüketiliyor. Eğer böyle giderse, yarınımızda içecek su bulamayabiliriz ve hemen şimdi, daha fazla geç olmadan tedbir almalıyız. Dediğim gibi, bunu da üretici kooperatifleriyle el ele vererek yapacağız. Gelecek kuşaklara sağlıklı ve sürdürülebilir bir coğrafya bırakmak zorundayız. Bunun başka bir yolu yok. Başarmaktan başka çaremiz yok.

:

İlginizi çekebilir