Daktilonun iç cebindeki şair

Temuco’da okuma yazma bilen insan sayısı çok azdır. Bu yüzden, her dükkânın tabelasında satılan malla ilgili bir resim vardır. Düğme resmi, o mağazanın bir manifaturacı olduğunu; ayakkabı resmi de, içerde ayakkabı satıldığını anlatır. Ne gariptir ki, yazının yerini resimlerin aldığı bu kent, dünya edebiyatının en büyük isimlerinden birinin çocukluğuna tanıklık etmiştir!..
Ricardo Neftali Reyes Basoalto’dur çocuğun adı. Babası tren yollarına çakıl taşıyan bir yük treninde şeflik yapmaktadır.
Annesi… 12 Temmuz 1904’te dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ölür annesi. Ondan geriye yalnızca siyah elbise giymiş bir kadın resmi kalır; bir de annesini anlatmasını istediği yakınlarından duymaya alıştığı şu söz:
“Annen şiiri çok severdi.”
Evlerinin arkasındaki arsayı çevreleyen tahta perdedeki deliği keşfeder bir gün. Delikten baktığında, yabani otların boy verdiği başka bir arsa görür… Ama delikte birden beliren bir çocuk eliyle geri çekilir. Tahta perdenin dibinde oyuncak bir koyun durmaktadır! Solmuş yünden yapılan bu koyun, altında bir zamanlar tekerlekleri olan bir oyuncaktı. Tekerlekler yoktu, ama takıldıkları yerlerin izleri kalmıştı. Tahta perdenin arkasındaki gizemli arkadaşının armağanı karşılıksız kalamazdı elbette; o da, eve koşarak kendisine ayırdığı yeni açmış, çok güzel kokan bir çam kozalağını delikten tahta perdenin öbür tarafına atar. Bu güzel günü şöyle anımsayacaktır yıllar sonra:
“Küçük çocuğun elini bir daha hiç görmedim. Böylesine güzel bir oyuncak koyuna da hiç rastlamadım. Bana verilen bu armağanı bir yangında kaybettim. Bugün bile ne zaman bir oyuncakçı dükkânının önünden geçsem, gözüm vitrinde böyle bir oyuncağı arar boşuna. Böylesine güzel bir koyunu bir daha yapmamışlardır.”
Şilili bu çocuğun adına, Prag’ın Mala Strana semtinde dikilen bir heykelde rastlarız. Bunun nedeni, Çeklerin onun yazdığı ilk şiirlerden haberdar olmaları ve çok sevmeleri değildir. On dört yaşına geldiğinde, edebiyatla ilgilenmesini istemeyen babasından dergilerde yayımlanan ilk şiirlerini gizlemek için kendine bir takma ad aramaya koyulur. Bulur da! Bir dergide Çek edebiyatının ünlü ismi “Neruda”nın adına rastlar. Aradan yıllar yıllar geçer ve yolu bir gün Prag’a düşen Şilili şair Pablo Neruda bir demet çiçek bırakır, Çek yazar Neruda’nın sakallı heykelinin ayakları dibine!..
Oyuncaklarla oynamayan, onların büyülü dünyasından uzaklaşan bir insan asla şair olamaz; “şiir” adını verdiği dizeleri alt alta kurabilir, ama onların arasından bir şair asla göz kırpmaz okura. Şair yüreği ancak oyuncakların koruduğu bir ortamda büyüyebilir. Oyuncaklar, muhafızlarıdır şairin. Bana inanmayanlar, Pablo Neruda’ya kulak versinler:
“Evimde irili ufaklı bir sürü oyuncak bulundururum, oyuncaksız yaşayamadım. Oyuncakla oynamayan bir çocuk, çocuk sayılmaz; fakat oynamayan bir insan çocuk yanını ömrü boyunca yitirmiş olur ve bunun yoksulluğunu çeker. Ben evimi bir oyuncak gibi yaptım ve bu evle sabahtan gece yarılarına kadar oynadım.”
İlk kitabını on dokuz yaşında, babasının armağan ettiği saati satarak çıkaran Pablo Neruda’nın şiirleri de payına düşeni alır bu oyuncaklı dünyadan. İşte, Neruda’nın 20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı adlı kitabından birkaç dize:

Oyuncaklardır günler dünya aydınlığında.
İnce konuğum benim çiçeklerle, sularla gelen.
Sen daha beyazsın bu sıktığım küçük yüzden
Ellerimin arasında her gün bir salkım gibi.

Sayısız dostlarından biri, Pablo Neruda’yı ziyaret etmeye karar verir. Ne de olsa, Neruda onun evine gelmiş, yanında da armağan olarak kırmızı renkte bir kadeh getirmiştir…
Avrupa’daki bir arkadaşına telefon açar ve ondan Neruda’nın adresini ister. Bu istek, bir gün bile yaşamaz yorgun yüreğinde; çok değil, ertesi gün sırtı duvara dayalı bir şekilde yere oturur ve kalakalır öylece!..
Son nefesinde, yıllardır uzak kaldığı memleketini görme arzusuyla, Neruda’ya gitme isteği el ele tutuşur böylelikle.
Daktilosunun iç cebindeki küçük bir kâğıt parçasında, el yazısıyla yazdığı Neruda’nın adresi durmaktadır hâlâ…
O daktilonun tuşlarına dokunan parmaklar, Nâzım Hikmet’in parmaklarıdır!..
Pablo Neruda 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış…
Kimin umurunda!?.
Nâzım Hikmet’in daktilosunun iç cebinde adresinin çıkmasından daha büyük bir ödül olabilir mi?..
Bir de, öldürülen bir devrimcinin sırt çantasında şiir kitaplarından birinin bulunmasından!
Hele de o devrimci “Ernesto Che Guevara” adını taşıyorsa!..
Nâzım Hikmet ve Pablo Neruda’nın dostlukları İstanbul’a taşınır yıllar sonra. Nasıl mı?.. Dünya Barış Kongresi’nin 22 Kasım 1950’de Varşova’da yapılan ikinci toplantısına Nâzım Hikmet de davet edilir. Şaire, Pablo Neruda, Pablo Picasso, Paul Robeson ve Wanda Jakuboswka’yla birlikte Barış Ödülü verilecektir. Nâzım, cezaevinde olduğu için törene katılamaz ve ödülü ona iletmek üzere Neruda alır. İki şair 1951’de Moskova’da bir araya gelirler ve Neruda bir yıl sakladığı ödülü Nâzım Hikmet’e verir.
O Barış Ödülü, İstanbul’da, 2004 yılının yaz aylarında yapılan zirveden dolayı “NATO Vadisi” ilan edilen, girişin çıkışın yasaklandığı, eli silahlı binlerce insanın Irak halkına ölüm yağdıranları koruduğu yasaklı bölgenin hemen yanındaki Sıraselviler Caddesi’nde bulunan Nâzım Hikmet Vakfı’nda sergilenmektedir!

Yazar: Sunay Akın
:

İlginizi çekebilir