Kahve içerken düşünen bir toplumuz… Hatta, dünyayı yöneten liderler, araştırmalara yön veren akademisyenler uyandıklarında ilk önce bir fincan kahve içiyorlar!
Vakti zamanında Sigmund Freud’un da elinden kahve düşmediği söylenir…Hatta en çok da Viyana’nın sofistike kahve dükkânı Cafe Landtmann’a gidermiş. Onu gazetesini okuyup, kahvesini içerken hayal etmek çok da zor değil..
Psikanalizin temellerini inşa ederken, acaba aşırı doz kahve içmiş midir? Ancak Freud bu! Açığa vurulmamış duyguların hiçbir zaman ölmeyeceğine dair inancıyla, bir değil art arda on fincan kahve içirir insana!
Geçmişte, kahvenin iyisi de kötüsü de keyif verirken, artık ‘kaliteli’ çekirdekten ‘iyi demlenmiş’ bir kahve keyif veriyor!
Oysa ki Freud’un önüne dünyanın farklı bölgelerinden çeşit çeşit kahve çekirdeği koysalar ve her bir çekirdeği farklı yöntemle demleyip, hangisinin daha hoş aromaya sahip olduğunu sorsalardı; şüphesiz Freud bunun ‘kişiye göre değişen’ bir durum olduğunu söylerdi.
Eskiden kafelerde bu kadar farklı kahve menüleri yoktu. Ve her gittiğimiz yerde içtiğimiz en basit anlamıyla bir fincan Türk kahvesi ya da filtre kahve farklı tada sahipti ve bu durumu kimse sorgulamıyordu.
Zaman içerisinde gıda-tarım zincirinde nasıl ki “çiftlikten sofraya” yaklaşımı benimsendiyse bu kahve çekirdeği için de “topraktan fincana” yaklaşımı şeklinde oldu. Kalite arayışı, günümüz insanının vazgeçilmezi haline geldi. Böylece, hayatımıza “üçüncü dalga”, bir diğer ifadeyle ‘nitelikli kahve’ ifadesi girdi.
Çekirdeğin orijini, olgunluk seviyesi, hangi iklimsel koşullarda yetiştiği, ne şekilde toplanıp, işlendiği, hangi koşullarda depolanıp paketlendiği gibi bir dizi detay içtiğimiz kahveye nitelik kazandırdı. Bunu şayet yaşasaydı, elbette en çok Freud umursardı! Ancak Freud size ideal tada denemelerle ulaşabileceğinizi söylemekten de çekinmezdi.
Neden kahveyi daha çok kadınlar içiyor?
Koku ve duyguları birbiriyle ilişkilendirmekte bir usta olan Freud retronazal (burun arkası) bağlantıya dayanarak; kokusunu seviyorsanız tadını, tadını seviyorsanız da kokusunu seviyor olmanız gerektiğinin altını çiziyor. Kadınların erkeklere göre kokulara karşı çok daha hassas olduğu düşünülürse, kahve içmeyi neden daha çok kadınların sevdiğini biraz daha anlamlandırmış oluruz.
Freud soruyor! ‘Kahve içince mi mutlusunuz yoksa kahve içtiğinizi düşünmek mutlu olmanız için yeterli mi?’
Kahvede bulunan antioksidanların, kişinin ruh hali üzerinde olumlu etkisi olduğu düşünülüyor. Her ne kadar çekirdeğin bileşimindeki kimyasalların etkisinin mutluluk verdiği bir gerçek olsa da ‘ne yer ne içerseniz, onun bir yansıması olduğunuz’ bakış açısı dünya genelinde benimsenen bir yaklaşım olma yolunda.
Ancak kaş yaparken, göz çıkarmamalı…
İki shot espresso içmek, vücutta epinefrin ve norepinefrin salgısını artırarak, vücutta “kriz” varmışçasına uyarıya sebep olabilir. Ve kafein düşük seviyede “mutluluk hormonu / serotonin” salgılayan kişilerde depresyon etkisi gösterebilir.
Freud, duygular üzerindeki en belirleyici faktörün koku olduğunu söylüyor. Girdiğiniz ortamdaki koku, ruh halini ve hafızayı şekillendirici rol oynuyor. Bu anlamda sevilen bir koku her zaman için hatırlatıcı nitelikte olup, anı hafızasında kendine bir çekmece açıyor. O kokuyu her duyduğunuzda da aynı çekmece açılıyor…
Alışılagelmiş sevdiğiniz o koku, hafızada yer etmiş mutlulukları yeniden ortaya çıkarmakta bir üstat. Kahve bu anlamda, kokusuyla pek çok insanı büyüsü altına almış mucizevi bir içecek. Belki de bu yüzden, kahve içtiğimiz o zaman dilimini de sevip, değer verdiğimiz insanlarla paylaşırız…
O zaman “kahvenin mutlulukla bir ilişkisi olmalı”! Ve belki de bir gün dünyayı, bu düştüğü dipsiz kuyudan kahve sever insanlar kurtarır…
Kahveye dair kültürel bilgiler içeren bir kitap olarak Bunchum bu konuyu araştırıp irdeleyip, okuyucuya sunuyor.
Ve kişilerin kahveyle olan ilişkilerini de ortaya koyarak diyor ki; ‘İnsan anatomisi her ne kadar basit bir kurgu gibi gözükse de, müthiş bir yazılım örneğidir. Birbiriyle bağlantılı, ilişkilendirilebilecek birçok mekanizma büyülü bir şekilde bir sarmalın kodlarında saklıdır. Aşk dediğimiz o gizemli kimyasal olayın içerisinde ‘koku’ aslında ne kadar da ayırt edicidir.
Sevilen kokular, vücutta bağımlılık yapabilecek mutluluk hormonu salgılanmasına sebep olurken, bu kokuların neye göre tercih edildiğini düşündüğünüz oldu mu?
Patrick Süskind’in ‘Koku’ adlı romanı, kokuya dair gizemli dünyayı belki de en iyi anlatan sıradışı bir eserdir.
Tarihte nesiller boyu edinilmiş tecrübeler, insanlığa genetik kodlarla bırakılmış birer mirastır. Bazen kendimize ait olduğunu sandığımız seçimler aslında bir değil belki de birkaç nesil önceki seçimlerin bizlerdeki yansımasıdır’.
Genetik miras ya da değil… Şifresini çözmeyi bilene bir dildir aslında kahve kokusu… Yeri gelir düşündürür, yeri gelir hayal kurdurur. Düşünceler, özgür kelebekler misali beyni eğlendirirken, ruh doğanın ritmiyle uyumlu hale gelir ve o müthiş koku başlı başına bir mucize olarak, insanın başını döndürür. Bu en çok da, dozu aşırıya kaçırdıysanız olur!
Naifdir, sütlüsü de sadesi de, şekerlisi de şekersizi de o sevdiğimiz kahvedir. Nihayetinde tüm kararsızlar için yazılmış iyi bir reçete gibidir. Şairlere şiir yazdırır, nice bestecilere ilham kaynağıdır. Karmaşık değil, sade duygulara yakışır. Hayata siyah ve yeri geldiğinde beyaz bir renk katar ve o mistik koku sizi her gün kendine bağlar.
Mutlu bir kadın gibidir kahve. Size iki kere gülümser; görebilene hem dudaklarıyla hem de gözleriyle. Siz onun ağzından çıkanı dinlerken, o sizinle gözleriyle konuşur…
Kahve size mutluluk katıyorsa için onu… Yorgunluğunuzu gidermesi, aşk acısını iyileştirmesi için içmeyin. O fincanı elinize sadece mutlu olduğunuz zamanlarda alın. Ve, o mutlu anda kalın. Çünkü ‘mutluluk’ elimizde! Bu ‘sürekli mutluluğa’ Freud bile karşı koyamadığına göre; avucunuzun içindeki gerçek mucizeye güvenin. Ancak ‘kararında’…
O zaman gerçek bir kahve tutkunu olma yolunda ilk adımı atmış olursunuz!
Kaynak: Bunchum ‘ Ortak Noktamız Kahve, Gerisi Bahane’, Librum Yayınevi, 2018