Rize Kalesi’nin son fatihi

Hiçbir ansiklopedi, Türkiye Cumhuriyeti kurulunca kaleyi kimin onardığını ve son şeklini verip bugüne getirdiğini yazmadı. Şayet yazılsaydı, kalenin Cenevizlilerden, Bizans imparatorları Justinyen ile Alexios’tan ve nihayet Sultan Fatih’ten sonraki banisi ve hamisinden söz edilecekti: İspirli Deli Yalçın!   Hangi ansiklopediye bakılsa, şehrin tek tarihi eseri olan Rize Kalesi’nin, savaşçı ve sömürgeci bir halk olan Cenevizliler tarafından inşa edildiği görülür. Cenevizlilerden sonra şehir Bizans’ın eline geçince, kale İmparator Justinyen döneminde, takriben 527-545 yılları arasında onarıldı. Kalenin kimi surları yedi yüz yıl sonra 1200’lerde İmparator Alexios döneminde yaptırıldı. Trabzon’un fethiyle Bizans saltanatını…

okumaya devam

Yerel tohumlara özgürlük

Yerel tohumların çiftçi elinde üretilerek, ürünlerinin tüketiciye ulaştırılması gereklidir. Bu amaçla ekolojik köylü pazarları kurulmalı, topluluk destekli tarım grupları oluşturulmalıdır. Bu ürünler doğrudan çiftçiden tüketiciye, çiftçi için iyi, tüketici için makul fiyatlarla ulaştırılamazsa şirket tohumlarının hegemonyası her geçen gün daha yoğunlaşacak.   Seferihisar’ın Gödence köyünde çiftçiler çok lezzetli eski bir yerel domates çeşidini kaybetmişlerdi. Bu çeşide bir daha ulaşılamadı. Kooperatif başkanı Özcan Kokulu ve çiftçiler var olan diğer yerel domates çeşitlerinin yanında üstün lezzeti nedeniyle Çanakkale’den gelen bir pembe domates çeşidini tohum takas şenliklerinden alarak kullanmaya karar verdiler. Bir yıl sonra…

okumaya devam

Taşra algısını yıkmanın taşrada biriken imkânları

Kolektif aklın söz sahibi olduğu, taşranın duyargalarını açacak şeffaf bir kent yönetiminin irade gösterdiği, gönüllülük esasıyla yürüyen birlikteliklerin inşa edildiği, kültürel değerlerin yeni kuşaklara acele etmeden aktarıldığı, dayanışmacı ekonomik örgütlenme modellerinin kurulduğu, doğayla ilişkide acelecilik ve tüketimin değil geri dönüşümün ve üretkenliğin esas alındığı ve en önemlisi de yüz yüze ilişkilerden beslenen sahici bir toplumsal ilişki ağının örülmesiyle, kendisine atfedilen tüm o kasvetli imgeleri tersine çeviren bir taşra mümkün olabilir. Taşra kelime anlamı olarak merkezde olmanın, şehirli olmanın karşıtı olarak karşımıza çıkıyor. “Dış” kelimesinin eski telaffuzuyla “taş”tan türeyerek “dışarısı” anlamına…

okumaya devam

Keçenin ressamı Ayfer Güleç

Seferihisar’a Ürkmez üzerinden gelirken Doğanbey’i geçtikten sonra eski Doğanbey Köyü’ne sapan bir yol görürsünüz.Tepede, şimdilerde 50-60 hanenin yaşadığı eski bir Rum köyüdür. Eski taş evleri, değirmeni, serin havası, tepeden denize bakan manzarası, hepsi güzeldir ama bir de, başka yerde olmayan bir şey vardır bu köyde. Keçe yapımındaki ustalığıyla Somut Olmayan Kültürel Miras taşıyıcısı unvanına layık görülmüş, UNESCO’nun Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi’ne aday gösterilmiş Ayfer Güleç ve keçe atölyesi… Kendi deyimiyle “delinin pösteki saydığı gibi kılları sayan” biri. Saymakla bitmiyor işi, aşkla dövüyor keçeyi: “Keçeyi önce okşamak, hassas davranmak zorundasın. Çocuk…

okumaya devam

Haritaları üst üste bindirmek

Ekolojik bakış açısı dediğimiz de bu değil mi? Haritaları üstüste koyarak tercih yapmak, karar vermek, politika belirlemek. Hükümetin haritası ise çöl gibi görünen bir ülkedeki madenlerden ibaret. Bugün ülkenin en verimli tarım arazilerini taş ocaklarıyla delik deşik eden, ülkenin derelerini inşaatçılara peşkeş çekerek ovalarını, hayvanlarını, köylerini susuz bırakan da bu tek boyutlu bakış açısı. Çocukken en sevdiğim kitap atlastı. Rengârenk bayraklarıyla ülkeler, renkli renkli her biri keşfedilmeyi bekleyen büyüklü küçüklü haritalar, ırklar, diller, dinler, yeryüzü zenginlikleri, yeraltı zenginlikleri, dağlar, ormanlar, göller, nehirler… Her birinin bir haritası vardı. Dünya devletlerini tek tek…

okumaya devam

Yaşadığı yeri sevmek, sahip çıkmak, güzelleştirmek…

Seferi Keçi’nin yeni sayısıyla hepinize merhaba… Biz sözümüzün arkasında dururuz, kendi yapmayacağımız şeyi başkasına söylemeyiz. Geçen sayımızı “Yavaş kardeşim! Hayat aceleyle yakalanmaz” başlığıyla çıkarmıştık. Mademki bir çağrı yaptık, önce kendimiz uymalıyız dedik ve öyle ağırdan aldık ki üç ay geçti, yeni sayımızı ancak şimdi çıkarabildik. Şaka bir yana… İlk sayımızı alan, beğenen, ilgi gösteren, devamının gelmesini içtenlikle dileyen okurlarımıza, ki sayıları hiç de az değil, gerçekten bir özür borçluyuz. * * * Geciktik ama hele bir sorun bakalım, neden geciktik. Bu gecikmenin haklı nedenleri var kuşkusuz. Lafı dolandırmayalım, bir tanesi…

okumaya devam