Tunç Soyer:”Yeni bir modelle İzmir’i kooperatifçiliğin başkenti yapacağız”

“Krizden ilk zarar görenler arka sıradakiler. Kooperatifler dayanışma temelinde buna karşı durabilecek, üreticilerin öz gücüne ve kendi örgütlenmesine dayanan bir ekonomik modeli de bize sunuyor. Bizim İzmir’de hem tarımsal kalkınma kooperatifleri hem de farklı kooperatifleşme modelleri açısından, bunu canlandırmamız ve güçlendirmemiz gerekiyor.”

 

Kooperatiflerin kendi başlarına, kendi öz güçlerine ayakta durabilmesi çok önemli ama bir o kadar da zor. Bu durumda en azından can suyu olacak bir destek, kooperatiflerin gelişmesinde, başarı kazanmasında ve dolayısıyla güven verip yaygınlaşmasında temel bir rol oynuyor. Burada akla hemen yerel yönetimlerin kooperatiflerle ilişkisi geliyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in gerek Seferihisar Belediye Başkanlığı dönemindeki çalışmalarından, gerek projelerinde yaptığı vurgulardan, bu konuya özel bir önem verdiğini biliyoruz. Kendisine yerel yönetim ve kooperatifler arasındaki ilişkiyi sorduk:

– Büyükşehir Belediye Başkanı olarak göreve başladıktan sonra ilk büyük toplantınızı İzmir’de faaliyet gösteren tarımsal kalkınma kooperatiflerinin yöneticileriyle gerçekleştirdiniz. Seçimden önce dile getirdiğiniz, İzmir’i tarımsal kalkınmanın başkenti yapma hedefimiz bakımından kooperatiflerden ne bekliyorsunuz? Kooperatiflere ne vaat ediyorsunuz?
Tunç Soyer: Seçim öncesinde yaptığımız 3 Cemre Toplantısında projelerimizi açıklarken, İzmir halkına şunu söyledik. Biz bu kentin refahını büyüteceğiz ve daha adil paylaşılmasını sağlayacağız. Burada en önem verdiğimiz hususlardan bir tanesi, bu toplantıların ikincisinde açıkladığımız tarımsal kalkınma odaklı projelerimizdi.
Tarımsal kalkınma açısından baktığımızda bizim esas hedeflerimizden biri kırsaldan kente göçü durdurmak. Ülkemizde sürekli bir kente göç var ve bu göçün yarattığı sosyal ve ekonomik problemler giderek büyüyor. Öte yandan, uygulanan tarım politikalarıyla da doğrudan alakalı şekilde, tarımımız iflas etme noktasına gelmiş bulunmakta.
Bizim kent yöneticileri olarak kırsaldan kente göçü durdurmak ve tarımsal kalkınmayı yeniden canlandırmak için yapacağımız en önemli şey, her zaman söylediğimiz gibi, kooperatifçiliği güçlendirmek. Geçtiğimiz 3 dönemde kooperatiflerden 470 milyon liralık alım yapmışız. Bunu önümüzdeki 5 sene içerisinde en az 4 katına çıkarmayı planlıyoruz. Alım garantili projelerle tarımsal kalkınma kooperatiflerine destek olmanın yanı sıra, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yapacağı şey tarımsal üretim sürecindeki girdi maliyetlerini de düşürmek olmalı. Örneğin Ödemiş’te İkinci Cemre’de açıkladığımız projelerde gübre kooperatifleri kurmaktan bahsetmiştik. Yakın zamanda bunu hayata geçirmeyi planlıyoruz.


İzmir’de yeni bir kooperatifçilik modeli
Üreticinin uygun maliyetlerle ve pazarlama sıkıntısı olmadan üretmesini sağlamadığımız takdirde, bu ülkede tarımda dışa bağımlılık ve ithalat gittikçe artıyor. Bunun artması yoksulluğun da artması demek. Yoksulluğun artmasına karşı ortaya koyacağınız çözüm daha fazla üretmekten, dolayısıyla üreticiyi güçlendirmekten geçiyor.
Bunun için sadece kooperatiflere maddi destekte bulunmanın, alım garantili projelerin ya da girdi maliyetlerini düşürmenin yeterli olmadığının da farkındayız. Bunların yanı sıra bu işin Ar-Ge boyutunda da yapmamız gereken şeyler var. Örneğin geçtiğimiz günlerde Menemen’de bir tarımsal araştırma merkezi kurulması için ilk adımlar atıldı. Büyükşehir Belediyesi olarak buna tam destek vereceğiz.
Aslında burada kooperatifler üzerinden üreticiye sağlanacak çok yönlü desteklerle bir model kuruluyor da diyebiliriz. Bunun bir ayağı da şu; örneğin ihtiyacı olan bölgelerde Büyükşehir Belediyesi tarafından paketleme tesisleri kurulacak. Ya da Seferihisar’daki örnekteki gibi, mandalinanın raf ömrünü uzatmak için soğuk hava deposu açılacak. Bunun temellerini zaten atmış, açılışını yapmıştık, tam anlamıyla faaliyete geçmesi bu yıl içerisinde olacak.
Bu tür yatırımlar üretimin sürdürülebilirliğini sağlıyor, katma değerini artırıyor. Küçük üreticinin rekabet edebilme gücünü artırıyor. Paketleme tesisleri, soğuk hava depoları ve buna benzer ihtiyaçlar, Büyükşehir Belediyesi tarafından İzmir’in çeşitli ilçelerinde planlanarak uygulanacak. Bu kapsamlı desteklerle çok uzun soluklu bir değişim yaratabilmek mümkün.
– Kooperatifler bu değişimde önemli bir rol oynayacak o halde?
– Elbette. Tarımsal kalkınma kooperatifleri ulusal tarım politikalarının iflası karşısında yeni bir model, yeni bir çözüm olabilir. Ama bunun için kooperatiflerin her birinin tek başına faaliyet göstermesi yeterli değil. İzmir’de havza bazında üst birlikler oluşturma gibi bir projemiz var. Daha büyük birlikler oluşturarak üretici ürünlerini sadece İzmir’e değil tüm Türkiye’ye pazarlayabilecek. Yarımada, Menderes, Bakırçay ve Gediz gibi bölgelerdeki kalkınma kooperatiflerini havzalar şeklinde üst birliklerde birleştirerek İzmir’i kooperatifleşmenin başkenti yapacağız. Bunlar aracılığıyla her bölgede ürün planlanması yapılacak, bölgenin ihtiyacına ve özelliklerine göre ürün çeşitliliği sağlanacak, pazarlama imkânları geliştirilecek.
– Hep vurguladığınız, İzmir’in arka sıradakilerini kucaklayan bir yerel yönetim hedefi bakımından da kooperatiflerin bir rolü var mı? Sosyal bir ekonomi açısından kooperatiflerin işlevi ne olabilir sizce?
– Aslında tüm bunların arkasında, içinde bulunduğumuz küresel ekonomik krize bir yanıt oluşturabilmek var. Krizin sebebi belli, acımasızca uygulanan kapitalist ya da neoliberal politikalar. Krizden ilk zarar görenler de arka sıradakiler. Kooperatifler dayanışma temelinde buna karşı durabilecek, üreticilerin öz gücüne ve kendi örgütlenmesine dayanan bir ekonomik modeli de bize sunuyor. Bizim İzmir’de hem tarımsal kalkınma kooperatifleri hem de farklı kooperatifleşme modelleri açısından, bunu canlandırmamız ve güçlendirmemiz gerekiyor.


Neoliberalizme karşı tek kalkan dayanışma
Geldiğimiz nokta itibariyle hakikaten büyük çaplı bir ekonomik kriz söz konusu. Üretim zayıflamış, beraberinde büyük bir sosyoekonomik tahribat yaşanıyor. Bu büyük korku ve endişelere sebep oluyor. İnsanların gelecekten umutsuz olduğu bir sosyal yapı var karşımızda. Buna karşı bir çözüm üretebilmek için insanlar arasındaki dayanışma duygusunun güçlendirilmesi gerekmekte.
Bizim kooperatif dediğimiz kurumsal yapının arkasında işte bu dayanışma var zaten. Köylerimizde bir imece kültürü var, bunu hepimiz biliyoruz. Köyün ihtiyaçlarının müşterek bir şekilde karşılanması için ortaya çıkartılmış özgün bir yapıdır bu. Kooperatifin bir tüzel kişiliği var ama dayandığı yer tamamen imecedir, dayanışma kültürüdür.
Bu dayanışmanın kendisi, insanlar arasında birlikte iş yapabilme kültürü ve buna dayalı emek süreci, aslında bahsettiğimiz neoliberalizmin vahşi uygulamalarına karşı bir kalkan görevi de görüyor. Müthiş bir direnç noktası oluşturuyor. İyi yönetilen kooperatifler sadece bu kolektif emeğin gücünü ortaya çıkarmıyor. Aynı zamanda kurmuş olduğu bu model sayesinde kapitalizmin aşırılıklarını törpüleyici bir rol de üstleniyor.


Kooperatiflerle kadınlara yeni ufuklar
– Burada kadınların ve kadın kooperatiflerinin nasıl bir rolü var?
– Tarımsal üretimde kadının emeğinin temel bir yeri var, biliyorsunuz. Dolayısıyla kooperatifler açısından da kadının rolü çok belirleyici. Kadın kooperatiflerinin güçlendirilmesi ayrıca özel bir önem taşıyor. Bunlar aynı zamanda kent yoksulluğunu azaltmak için de çok temel bir yere sahip. Kadın kooperatiflerini güçlendirmek ve yaygınlaşmasını sağlamak için çaba göstereceğiz.
Ama kadınlar söz konusu olduğunda kooperatiflerin başka bir rolünün de olabileceğini düşünüyorum, Türkiye’de eksik kalan bir yön bu. Kadın emeğine dayanan ürünlerin toplanması, pazarlanabilmesi önemli, fakat yeterli değil. Bunun yanı sıra, kooperatiflerin kadınların sosyal statüsünün güçlendirilmesinde de etkisi olabilir. Kastettiğim şey şu; bugün itibariyle baktığımızda kadın kooperatifleri temel itibariyle sadece gıda ve tekstil ürünlerine yoğunlaşmış durumda. Ama bunlar birer otantik ürün durumunda kalabiliyor. Kadın bir ekonomik bağımsızlık elde ediyor belki ama bu kadının mevcut toplumsal konumu üzerinden, evdeki rolü üzerinden gerçekleşiyor. Dolayısıyla tek başına sosyal konumunu değiştirmeye yetmiyor. Burada yapmamız gereken şey daha yenilikçi faaliyetlere de kadınları kanalize edebilmek. Kadınların bilgi ve becerilerini artırmak, onları dijital yeniliklere ya da teknolojik gelişimlere adapte etmek…
Kadınların sosyal statülerini güçlendirilmesi için bu tür bir rol oynayabilir kooperatifler. Burada hem Büyükşehir Belediyesi olarak bize hem de bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına bir görev düşüyor. Kooperatifleri kendi içerisine kapalı yapılar olarak değerlendirmemek, farklı sivil bileşenlerle temasa geçmesini sağlayacak adımlar atmak gerekiyor bunun için. Biz bu noktada iyi bir koordinasyon sağlamaya da adayız. Bu sayede kooperatifler ortaklarını eğiten, geliştiren, onlara yeni ufuklar ve beceriler kazandıran bir rol de oynayabilir.
Mesela İzmir’de Genç İşi Kooperatif adıyla, sosyal kooperatifçiliğin başarılı bir örneğini sergileyen bir yapı var gençler tarafından kurulmuş. Çeşitli alanlarda kooperatifçilik nasıl yapılabilir, sürdürülebilir bir kooperatifçilik nasıl başarılır gibi konularda veri toplayan, analiz yapan, saha çalışmalarıyla diğer kooperatiflere eğitim ve danışmanlık hizmeti sunan bir yapı bu. Bir yanda böyle bir sosyal kooperatif modeli var, bir yanda klasik tarımsal kalkınma kooperatiflerimiz, kadın kooperatiflerimiz var. Bunları bir puzzle’ın parçaları gibi eşleştirip bir araya getirerek bambaşka çözümler, bambaşka yol haritaları üretmek mümkün. Gerek kooperatifler arasında gerek sivil toplum örgütleriyle kurulabilecek ilişkiler, mevcut kooperatif yapısına son derece yenilikçi bir karakter kazandırabilir. Kooperatifçilikten bir başarı hikâyesi çıkartılabilir.


Dünyayı belediye başkanları yönetse…
– Yerel yönetimin imkânlarına gelelim isterseniz son olarak… Gerek yerel gerek global sorunlara dokunmak bakımından, merkezi hükümetlerle kıyaslandığında nasıl avantajları var yerel yönetimlerin? Fikirlerini önemsediğinizi bildiğim Amerikalı sosyolog Benjamin Barber’ın “dünyayı belediye başkaları yönetse” diye bir önermesi var. Bu bağlamda neler söyleyebilirsiniz?
– Benjamin Barber “dünyayı belediye başkanları yönetse” başlıklı TED konuşmasında antik Yunan’ın şehir devletlerinden, “polis”lerden başlatır hikâyeyi. İnsanlığın bugüne taşınan hikâyesinin polislerde başladığını, orada tamamen özgün ekonomik, sosyal ve siyasi yapılar oluşturulduğunu vurgular. Demokrasinin ilk örnekleri kentlerde ortaya çıktı gerçekten ve polisten kozmopolise giden bir yolculuk oldu. Şehirler o kadar dinamik yapılar ki, tarihin doğrusallığı içerisinde gidişata yön veren bir rolleri var.
Bugün dünyada bir küresel barış kavramından söz ediyorsak, bunun bile ortaya çıktığı mekân kentler olmuş. 1648 tarihli Westphalia Barış Antlaşması’nı hatırlayalım. Modern uluslararası ilişkilerin ve ulus devlet anlayışının temelindedir bu anlaşma. Ortaya çıktığı iki kent, Osnabrück ve Münster barış şehirleri olarak bilinir. Şehirler her zaman kendi işleyişi içerisinde kendi ihtiyaçlarına yönelik çözümler üretebilmişlerdir ve bu çözümler çoğu zaman şehrin sınırlarını aşıp evrensel bir karakter kazanmıştır.
Bugün mesela akıllı kentler diye bir kavram var fakat akıllı ülkeden bahsedemiyorsunuz. Ya da aynı şekilde yeşil kentlerden bahsediyoruz ama yeşil bir ülkeden bahsedemiyoruz. Bir şehir kendisine bir gelecek biçip o doğrultuda bir planlama, bir süreç tasarımı yapabiliyor. Kendisine bu tür bir misyon belirleyebiliyor.
Burada temel bir başka husus daha var. Uluslararası ilişkiler perspektifinden konuşursak, devletler arası ilişkiler, güç ilişkilerine ve tehdit algısına dayalıdır. Fakat şehirler arasında ne böyle bir güç ilişkisi var, ne böyle bir tehdit algısı. Aksine şehirler her geçen gün birbirlerine daha da yakınlaşıyorlar. Aralarındaki sınırları her geçen gün daha fazla kaldırıyorlar. İklim değişikliği, göç, ekonomi, ticaret ya da bazı sosyal alanlarda, çok geniş bir skalada işbirlikleri oluşturuyorlar. Fikir alışverişi yapıyor, yeni ağlar kuruyorlar. Bu yeni ağlar aynı zamanda şehirlerin daha ileri bir noktaya gitmesine sebebiyet verebiliyor. Bu bakımdan yerel yönetimlerin sadece yereli değil dünyayı değiştirmek, kendi sorunlarını çözerken insanlığın sorunlarına çözüm olabilecek modeller yaratmak gibi bir kapasitesi var.
– Bu bakımdan İzmir’le ilgili hedefiniz ne?
– İzmir ekonomik potansiyeliyle, imkânlarıyla, kültürel kimliğiyle, insanıyla bu bakımdan çok zengin bir kent. Aynı zamanda jeopolitik açıdan da bambaşka bir noktada. Doğu’nun Batı’ya açılan kapısı, Batı’nın da Doğu’ya uzandığı, üzerinden Asya’ya ulaştığı kapı. Bu İzmir’e büyük bir sorumluluk yüklüyor aynı zamanda. Bizim hedefimiz bu sorumluluğu üstlenmek, İzmir’in tarihsel misyonuna da uygun düşecek şekilde, Akdeniz Kentler Birliği’ni yeniden harekete geçirmek.
Bu noktada, az önce örneklerini verdiğim gibi, kente nasıl bir misyon biçtiğiniz, buna nasıl yöneleceğiniz önemli. Bu sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak yapacağımız bir tarif değil. Bu hikâyeyi ortak akıl temelinde diğer kurum ve kuruluşlarla beraber planlayarak oluşturmamız gerekiyor. Refahın büyütüleceği ve adil paylaşılacağı bir İzmir’i vurguluyoruz biz özellikle. Bu noktada da en önemli dayanaklarımızdan biri, hiç şüphesi kooperatifler. Kooperatifler hem ekonomik krizlere karşı bir çıkış yöntemi olarak hem de daha iyi, daha adil bir dünyanın zeminini hazırlayan demokratik yapılar olarak, vazgeçilmez bir yere sahip olacak geleceğimizde.

:

İlginizi çekebilir