Cevat Çapan bir edebiyatçı, şair ve İngiliz dili ve edebiyatı profesörü. Dilimizin en iyi İngilizce çevirmenlerinden biri ve en çok da bu kimliğiyle tanınıyor. Çevirileriyle iz bırakmadığı şiir okuru yoktur desek hiç abartmış olmayız. Sapho’yu, Seferis’i, Kavafis’i, Ritsos’u hep onun çevirileriyle okuduk, sevdik. Onun hazırladığı antolojiler sayesinde yeni şairler tanıdık. Bunun dışında Türkçeye kazandırdığı çok sayıda edebiyat araştırma ve incelemesi var. Ve tabi şiir kitapları…
Cevat Hoca Teos Kültür Sanat Derneği’nin düzenlediği bir etkinlik için Seferihisar’daydı. Hem onu ve şiirini daha yakından tanıdık hem de eşsiz birikiminden faydalandık. Yakalamışken de merak ettiklerimizi sorduk.
– Çok sorulmuştur, çok anlatmışsınızdır ama edebiyatta, özellikle şiirde çeviri ne kadar dilden dile bir aktarmadır, ne kadar bir yeniden yaratmadır?
– Elbette esas olarak dilden dile bir aktarmadır. Ama yolculukta bir araçtan öbürüne geçerken nasıl kişisel eşyalarımızı arkada bırakmamamız gerekiyorsa, dilden dile geçerken de bir kaynak metni özgün kılan bütün anlatım özelliklerini amaç dile aktarmanız gerekir. Bu da, çevirdiğiniz metin bir şiir ya da şiirsel yoğunluğu olan bir metinse, şairin ya da yazarın sesinin tam bir benzerini bulmakla mümkündür. Başka bir deyişle, kaynak metnin ezgisel ve resimsel özellikleriyle o dildeki daha çok deyimlerde kendini gösteren söz oyunlarının, amaç dilde karşılıklarını bulmakla…
– Bazı dillerin bazı duyguları anlatmakta daha uygun, daha güçlü olduğunu düşünüyor musunuz?
– Her dilin, her duyguyu anlatabilecek bir gücü olduğunu sanıyorum. Ancak duyguları anlatmak için kullanılan ünlemler bir dilden başka bir dile çevrilirken birtakım yadırgatıcı karşılıklar yaratabiliyor. Özellikle bizim “ah, oh, of, vah, eyvah” vb. ünlemler başka dillerde hiç de aynı seslerle dile getirilmeyebilir. Bir de dillerin ezgiselliği (müzikalitesi) konusundaki önyargılarımız var. Bu da bazı insanlarda bazı dillerin duygular konusunda daha uygun, daha güçlü olduğu kanısını uyandırabiliyor. Bence bu konuda önyargılarımızdan arınmak daha sağlıklı bir tutum sayılabilir.
– Şöyle bir bakıp “Çok güzel çevirdim yahu, kendi anadilinde böyle anlatılamazdı” dediğiniz bir şiir, bir dize var mı?
– Yok, hayır… Çevirdiğim hiçbir şiir için böyle diyecek bir boşyüceliğe düştüğümü sanmıyorum.
– 2018’in Troya yılı ilan edilmesiyle birlikte edebiyat dünyasında Homeros yine gündemde. Siz de Homeros okumaları yaptınız, onu çağdaş bir yorumla ele aldınız. Bugünden baktığınızda Homeros ne anlatıyor?
– Homeros İlyada ile Odyssea’da üç bin yıl öncesinde yaşanmış Troya Savaşını ve sonrasında o savaşa Akhaların önderlerinden biri olarak katılan Odysseus’la adamlarının yurtlarına dönerken on yıl boyunca denizlerde ve dönüş yolunda karşılaştıkları engelleri anlatıyor. Ama bu destanlarda o çağların inançları, töreleri, yaşama koşulları ve değerleri de belleklerden kolay kolay silinmeyecek bir anlatım zenginliğiyle dile getiriliyor. Bu yüzden bu destanlara yalnızca birer edebiyat yapıtı olarak değil, aynı zamanda birer teoloji, sosyoloji ve tarih belgesi olarak da bakabiliriz. Ayrıca insanlığın evrensel duyguları ve davranışlarının da her çağda nasıl yeniden karşımıza çıktığını da görürüz. Tarih boyunca bu eserlerden esinlenerek benzer destanlar, oyunlar ve şiirler yazılmıştır. Nitekim geçen aylarda İstanbul’da Çinli sanatçı Ai WeiWei’nin Sakıp Sabancı Müzesinde düzenlenen sergisinde son yıllarda çeşitli nedenlerle yerlerinden yurtlarında edilen sığınmacıların çektikleri çileleri yansıtan eserlerin sergilendiği bir odaya “Odysseia Salonu” adı verilmişti.
– Şiir kitaplarınız var ve şiirleriniz hatırı sayılı edebiyatçılardan övgüler alıyor. Seferihisar’da yapılan toplantıda da çok özel bir Cevat Çapan şiiri tasviri yaptı konuşmacılar. Bunda çevirmenliğin katkısı oldu mu?
– Şiir kitaplarımdan önce çok sayıda çeviri şiir kitapları yayımladığım için uzun süre kendi şiirlerim gölgede kaldı diyebilirim. Arada iyi niyetli bazı arkadaşlar arasında, “Çevire çevire sen bu işi öğrendin!” diyenler de oldu. Şiir çeviri işi de bir çeşit yakın okuma anlamına geldiğine göre, bu okumalardan bir şeyler öğrenmişimdir elbet. Çevirdiğim şairler genellikle kendi dillerinin önemli ustaları olarak değerlendiren şairler. Bu ustaların bana elbette katkıları olmuştur.
– İlk şiir kitabınızı yayımladığınızda 50 yaşınızı geride bırakmıştınız. Geç kalmış sayıyor musunuz kendinizi? Kendinizi bir türlü hazır hissetmemek gibi bir duygunun etkisi mi var beklemenizde?
– Şiir kitabı yayımlamakta niçin geç kaldığımı açıkçası ben de bilmiyorum. Şiir yayımlamayı hiçbir zaman bir yarış olarak görmediğim için böyle bir gecikme olmuş olabilir. Belki de dediğiniz gibi, kendimi hazır hissetmiyordum. Shakespeare de bir oyununda, “Bütün iş hazır olmakta!” diyor ya.
Toplumdaki değişim, edebiyattaki değişim
– Konuşmanızın bir yerinde “Her dönem kendi gereksinim duyduğu dili üretir” dediniz. Çağımız edebiyatında, şiirde, tiyatroda böyle bir yeni dilin işaretleri var mı? Dijital iletişim olanaklarının, sosyal medyanın böyle bir dilin oluşmasında nasıl bir etkisi var? 140 karakterle derdini anlatmaya alışmış bir okur yazar kuşağı var neticede…
– Her dönem kendine özgü bir dil yaratıyor gerçekten, bunu dünya edebiyat tarihine baktığımızda kolayca görürüz. Her şey gibi dil de zaman içinde değişir. Bu değişimin siyasal, toplumsal, ekonomik, estetik nedenleri var elbette. Her çağ yeni edebi türler, yeni bir sözcük hazinesi yaratır. Sözünü ettiğiniz teknolojik yenilikler de bazen yeni olanaklar getirdiği gibi, beklenmedik sınırlamalara ve yozlaşmalara da yol açabilir. Ulusal diller küresel baskılar yüzünden yabancı dillerin etkisi altında kalabilir.
– Edebiyat tarihinde üretken dönemler nasıl karakterize olmuş sizce, bunların toplumsal koşullarla ilişkisi var mı? İçinden geçtiğimiz dönemi bu bakımdan nasıl değerlendirirsiniz?
– Her çağda toplumsal koşulların, başka bir deyişle alt yapının özellikle de ekonominin yaşama tarzını, dolayısıyla da sanatı belirlediği genellikle benimsenen bir görüştür. Ancak sanat gibi üstyapı etkinliklerin de eytişimsel bir etkisi olduğu yadsınamaz. Çünkü bazı toplumlarda dönemin özgül koşulları yüzünden geleceğin haberciliğini yapan sanatçılar bu değişimin ve yeniliklerin hazırlayıcısı olurlar. Özellikle endüstri devriminden sonra hızlanan toplumsal değişim, savaşlar ve ekonomik bunalımlar kültür ve sanat hayatında da büyük değişikliklere yol açar ve yeni sanat akımlarının doğmasını hızlandırır. Bu çoğu zaman anlaşılması zor bir sanat dilinin ortaya çıkması sonucunu da verebilir. Gene zamanla bu anlatım zenginliğinin sanata yeni bir canlılık getirmesi mümkün olabilir.
– Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsunuz?
– Elimde yarım yamalak bütünlenmeyi bekleyen şiir parçaları var. Bir de bir süredir üzerinde çalıştığım Shakespeare’in oyunlarından oluşturmaya çalıştığım bir uyarlamayla uğraşıyorum.
– Ne okuyalım, Seferihisarlı edebiyatseverlere ne önerirsiniz?
– Herhangi birine okunacak kitap önermek netameli bir iş. Yaşar Kemal, yeni bir roman yazmaya başlamadan önce Sait Faik’in ve Nazım Hikmet’in bütün yazdıklarını okuduğunu söylerdi. Bunu ne ölçüde yapıyorsa artık, böyle bir okuma maratonundan çok yararlandığı belli. Biz faniler için de benzer kaynaklar az değil. Adı geçen ustalar dışında ilk aklıma gelenler artık klasikleşen Garip Akımı şairleri, İkinci Yeniciler Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever… Ama bu liste uzayıp gider. Evliya Çelebi de girer bu listeye, Vüsat Bener de Oğuz Atay da, Memet Baydur da, Gülten Akın da. Karacaoğlan’ın diyebileceği gibi, birini yazsan, öbürüne yazık. Bence Memet Fuat gibi birinin antolojilerinden de yola çıkılabilir, Nurullah Ataç’ın denemelerinden de. Okurun okuyacağı yazarları, kitapları keşfetmesi başlı başına kişisel bir serüvendir. Bunun tek bir yolu yönetimi olduğuna inanmıyorum. Çehov gibi bir kaynaktan da çok şey öğrenebilir her yaştaki okur. Burada ben susayım daha iyi.
– Çok teşekkür ederiz, vakit ayırdığınız için.