Doğanın huyuna suyuna uyar, ona olmadığı bir şey olmasını buyurmazsak, daha az iş ile daha çok verimi yakalayabiliriz. Üstelik kendimizi daha az para harcarken, dönüştürürken ve daha az atık çıkarırken buluruz.
Korona virüsü işgali altındayız. İnsanoğlu öldürücü etkisi belirsiz vakitte olan pestisit, kanser, trafik kazası gibi risklere umursamaz yaklaşsa da, koronanın etkisini hemen ve şiddetli göstermesi, insanoğlunu ürkütmeyi başardı. Ara ara gevşesek de hep beraber kaygılıyız. Üstüne ağır ekonomik etkileri ile boğuşacağımız kesin. Belki yine karantina tedbirleri gündeme gelecek. Evde kapalı kaldığımız günler, nasıl bir hayat yaşadığımızı gözden geçirmek için kaçırılmaz bir fırsat olabilir. Kaygıları bir kenara bırakıp, çözümün parçası nasıl olabiliriz konusuna kafa patlatmak hiç fena bir fikir değil.
Permakültür tasarım ilkeleri dünyayı daha iyi bir yer yapabilir mi?
Gözlediğim kadarıyla çevremde kelimeyi uzaktan duymuş, konu hakkında az bilgili insanlar, “Permakültür” kavramından “mandalinamdaki hastalığı ilaç kullanmadan nasıl gideririm?” sorusuna cevap vermesini bekliyor.
Permakültürü kısaca, insanın dünyadaki ikametini sürdürülebilir ve onarıcı olarak tasarlamak olarak anlatabiliriz. Permakültür tarım, mimari, botanik, iktisat gibi farklı disiplinlerden yararlanır. Bu da uzun vadede istikrarlı bir sistem oluşturmak anlamına gelir. Çünkü sadece mandalina zararlılarına odaklanıp, indirgemeci bakış açısı ile sorunu çözmeye çalışmak, tüm sistemi çökerttiği gibi, bulunan kısa vadeli çözümler kirlilik yaratıp, aynı zamanda işlevsiz de kalabiliyor.
Bu soyut kavramlardan sıyrılıp biraz daha örneklere kayalım.
Diyelim ki arka bahçenizde domates yetiştirmek istiyorsunuz. İçinde sadece yabancı ot tohumlarını yaşamaya teşvik eden ve başka hiç bir hayat barındırmayan toprağınıza, hazır aldığınız fideyi ekiyorsunuz. Klorlu musluk suyuyla suluyor, domates büyüyemediğinde, hazır aldığınız yapay gübreyi kullanıp zararlıları öldüren, otları yok edecek kimyasalları püskürtmeye başlıyorsunuz. Bu yetiştiriş biçimi, bizim genel olarak beslendiğimiz sebze ve meyvelerin hikayesi oluyor. Bu doğal olmayan yetiştirme biçiminin sürdürülmesi paramıza ve kimyasalları yapan endüstrilere, yani tamamen bize bağlı hale geliyor. Sürdürülebilirlik adına ise ancak, toprağa gelecekte belirsiz bir süre verdiğimiz zarardan bahsedebiliriz. Yediği kimyasalları embriyosunda saklayan domateslerimiz de cabası.
Peki diğer seçenek nedir? Domateslerimizi büyütmenin kolay, doğal, sürdürülebilir, belki toprağı onaran bir yolu olabilir mi?
Permakültür, bir tasarım bilimi olarak bu konuda talimatlar sıralar:
1. Gözlem yapın.
Gözlem sadece bir noktaya odaklı bir eylem değildir. Ekim yapacağımız toprağı olduğu kadar, iklim, hava koşulları, ekim yerinin gün içinde ve ayrı mevsimlerdeki gölgelenme ve güneşlenme vakitleri, ürün seçimimizi ve ürünümüze ortak çıkacak zararlı dediğimiz ama aslında sadece hayatta kalmak için beslenen canlıların hareketleri gözlem konumuza girer. Böylece gelişi güzel seçtiğimiz bir yere, doğruca domatesimizi ekmek yerine düşünceli bir gözlem bize enerji, zaman ve elbette para kazandıracaktır.
Malç denilen ve bitki kökünün çevresine uygulanan kalın ot, saman, gazete ve karton örtüsü ile ot öldürücü kullanmaktan kurtulduğumuz gibi, toprağımızın nemini koruruz, su tüketimini azaltırız. Kompost ekleyerek toprağa ihtiyaç duyulan besin maddelerini eklemiş oluruz. Güneşi ışığı yabani otları azaltır, mantar hastalıklarına engel olur. Toprağımız, ekmek istediğimiz ürün için fazla sıkı ve killi ise yükseltilmiş yatak yapmak hiç de fena bir fikir değildir.
2. Doğaya ile çalış, ona karşı değil.
İnsanın doğaya hükmettiğini düşündüğü zamanlar oldu. Nehirlerin yolunu değiştirip şehirler kurduk, plastiği hayat konforu için kontrolsüz kullanarak, yaşam döngüsünde dolaşan ve canlılara zarar veren atıklar haline getirdik. Oysa bu çekişme bizim hep kaybettiğimiz bir savaş oldu. İnsanın kötü hafızası yüzünden, yaptıklarının etkilerinin uzun vadede ortaya çıkışını hafife alması gibi. Doğaya karşı yaptığımız her şey, bize bolca para ve enerjiye malolduğu gibi, sürdürülebilmesi, bu harcamaların devamlılığını gerekli kılıyor.
Ektiğimiz bitkiler doğru mevsim ve ortamda büyürler. Bu koşulları sağlamadan onları zorlamak yerine, madem akıllı primatlarız, sorunların üstesinden gelmek için yaratıcılığımızı kullanmalıyız.
Mesela toprağı çapalamak, yabani otları kısa süre için bizim gözle göremediğimiz hale getirir. Ancak toprağın derinlerine gömülen tohumlar ertesi sene daha güçlü olarak geri geldikleri gibi, toprağın üstündeki organik maddeyi de sıyırmış, aşağıya itmiş oluruz. Çapalamak için kullandığımız enerji ve bel ağrısı da cabası. Kısa süreli kozmetik bir çözüm yapmış olduk. Ancak toprağım çok sıkı ve kökler gelişmek için yer bulamıyor mu? Çapa ile zaman ve enerji kaybetmek yerine, bel ile toprağı delerek gevşetmek, kazık köklü ürünler seçmek, çözümlerden bazıları olabilir. Biraz bilgi bizi gerçeklere de yaklaştırır. O toprakta yetişmeyeceği aşikar ürünleri yetiştirmek için, toprağını sizin oluşturup, kontrol edebileceğiniz yükseltilmiş yatağa ekmek, yine zaman, enerji ve para kazandırır. Türkçesi, doğanın huyuna suyuna uyar, ona olmadığı bir şey olmasını buyurmazsak, daha az iş ile daha çok verimi yakalayabiliriz. Üstelik kendimizi daha az para harcarken, dönüştürürken ve daha az atık çıkarırken buluruz. Çünkü doğa böyle yapar. Örneğin yeşermekte olan kır tepelerine baktığınızda, gördüğünüz çoğunlukla sarı renkli karahindibalarsa, doğanın toprağı gevşetmek için onların kazık köklerinden yararlandığını anlarız. Eğer tepe papatyalarla kaplıysa, daha gevşek bir topraktır.
Japon çiftçi Masanobu Fukuoka, çapasını hiç de sallamadığı gıda ormanı ve çoklu ekim tekniği uygulamalarındaki başarıyı, doğayı uzun süre gözlemleyip, doğa ile birlikte çalışmasına dayandırır.
Kimyasal spreyci domates yetiştiren arkadaşı tekrar düşünün. Kıpkırmızı görüntüsünden çok hoşlandığımız, çabuk ve hızlı şekilde büyüyen ürüne karşılık, çevreye büyük zarar veren bir yöntemdir bu. Bir kere hayatı kendisi için her sene zorlaştırmaktadır. Çünkü toprağını mahvetmekte ve her sene içinde büyüyen bitkileri tutmak için daha çok ve güçlü spreylere güvenmek zorundadır.
3. Permakültür bir yaşam tarzıdır
Permakültür tasarım sistemlerinin odağı sadece bir ürünü büyütmekle alakalı değil, içinde yaşadığımız tüm yaşam sistemi ile alakalıdır. Bitki yetiştirmek herkesin hoşlanacağı bir eylem olmayabilir. Ancak daha az atık çıkarmak, daha az tüketme, size sağlıklı bir çevre ve para kazandırır. Bu konuda direnmenin konfor bozucu olduğu düşünülse de, geçmekte olan tatlı meyvelerden kendi sirkenizi yapmak, konforunuzu düşürmez, gerçek fermente bir gıda tüketmenizi sağlar. Çöpte bozuşarak metan üretecek organik çöpü işe yararlı ve dayanıklı bir mamule çevirmiş olursunuz.
Sonra hayatınızda pek çok kararı verirken doğa gibi davranmaya başlarsınız. Çevrenizdeki dünyanın sorunlarına karşı savaşmak yerine “doğal, düşük etkili çözümler” ile kendimizi kaygıya boğmadan, çözüme odaklanarak, sağduyu perspektifinden görmeye başlayabiliriz. Arka bahçemizde iyi çalışan bir çözüm, komşumuzda iyi çalışmayabilir, bu nedenle permakültür tasarım ilkelerini bir yere ve zamana göre bizim uyarlamanız gerekir.
Daha geniş bir ölçekte, neden okullarda permakültür eğitimi vermiyoruz? Yiyecek kıtlığı ve yüksek enflasyon döneminde, çocuklara kendi yiyeceklerini yetiştirmeyi öğretmek büyük ölçüde yarar sağlayabilir. Çok sayıda çalışma, özellikle davranışsal veya öğrenme problemleri olan çocuklar için açık havada zaman geçirmenin yararlı olduğunu göstermektedir. Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdeki insanların topraklarında veya halka açık yerlerde kendi dışkılama alışkanlıkları nedeniyle büyük risk altında olmalarına karşılık, matematik, kodlama ve İngilizce becerilerini geliştirmeye çalışmalarının, ne işe yarayabilir ki? “SOIL” adı verilen projede, Haiti’de hastalıkla savaş için, insan atıkları kompostlama sürecinden geçirilerek değerli gübrelere dönüştürülerek besin üretiliyor. Bu projenin sonuçları aynı doğanın birçok öğeyi kullanarak bir fonksiyonu yapması ve her fonksiyonu birbiri ile ilişkilendirmesine benziyor.
Artık permakültürün ne olduğunu bildiğimize göre, etrafımıza bakmanın ve bu ilkelerin kendi yaşam tarzımıza nerede uygulanabileceğini düşünebiliriz. Sıcak ve soğuk için evimizin yalıtımı ne durumda? Kendi elektriğinizi üretmek, sıcak suyumuzu elde etmek için güneş paneli nasıl bir fikir? Yaşantınız kendi imkanlarını zorluyor mu? Normalde satın aldığınız bir şeyi takas edebilir misiniz? Tüketimi azaltmak ve komşuluğu teşvik etmek için başkalarıyla mal paylaşmayı düşündünüz mü? Bunlar hep verimli bolca domates demek…