Yerel tohumların çiftçi elinde üretilerek, ürünlerinin tüketiciye ulaştırılması gereklidir. Bu amaçla ekolojik köylü pazarları kurulmalı, topluluk destekli tarım grupları oluşturulmalıdır. Bu ürünler doğrudan çiftçiden tüketiciye, çiftçi için iyi, tüketici için makul fiyatlarla ulaştırılamazsa şirket tohumlarının hegemonyası her geçen gün daha yoğunlaşacak.
Seferihisar’ın Gödence köyünde çiftçiler çok lezzetli eski bir yerel domates çeşidini kaybetmişlerdi. Bu çeşide bir daha ulaşılamadı. Kooperatif başkanı Özcan Kokulu ve çiftçiler var olan diğer yerel domates çeşitlerinin yanında üstün lezzeti nedeniyle Çanakkale’den gelen bir pembe domates çeşidini tohum takas şenliklerinden alarak kullanmaya karar verdiler. Bir yıl sonra başka çeşitlerden tozlaşma sonucu, gelen domatesler pembe rengini kaybettiler. Ancak lezzette bir değişiklik olmadı. Şimdi çiftçiler bu elde ettikleri tohumu devam ettiriyorlar.
1939’larda Mirza Gökgöl’ün yaptığı “Türkiye’nin buğdayları” adlı araştırma Türkiye’de tam 18.000 buğday tipini ortaya çıkarmıştır. Bu tiplerin ve çeşitlerin şimdi kaçının elimizde olduğuna dair sorumuza şimdiye kadar bir yanıt alamadık.
Tohum takas şenlikleri bu kayba dikkat çekmek ve yerel tohumların değerini ortaya koymak için 2010 yılından bu yana ilki Torbalı’da olmak üzere yapılmaktadır. İkinci şenlik Seferihisar’da yapıldı ve her yıl yapılıyor. Şenliklerde yerel tohumlar isteyenlere verilmektedir. İlk başlarda kaybolduğu düşünülen çeşitler görece uzak yerlerden getirilerek kısıtlı sayıda çiftçiye verilmişti. Çok uzak yörelerden tohum getirilerek dağıtılmasına bazı istisnalarla karşı çıkıyoruz. Bu konuda tohum takas şenliklerinin yerel tohumların bozulmasına yol açtığı konusunda da bazı eleştiriler var. Yerel tohum yetiştiren ve tohumluklarından memnun olan bilgili çiftçilerin başka yerlerden gelen çeşitleri ekmek istemediklerini gördük. Yerel tohum veya bunlardan üretilen fideleri üreten ve satan çiftçiler ellerindeki çeşitlerin bozulmaması konusunda son derece dikkatli. Bunlar çiçek biyolojilerinden haberdarlar. Değişik çeşitler arasında mesafe bırakılması gerektiğini, mesafe izolasyonu tekniğini veya kağıt vb. poşetlerle çiçekleri kapatarak izole etme tekniklerini biliyorlar. Yeni türler ekmek isteyenler veya elindeki çeşitten memnun olmayanlar ise başka tohumları istiyorlar. Ev bahçeleri yapanlar, yerel tohum hiç ekmeyen çiftçiler bu tohumları talep eden esas kitleyi oluşturuyor. Sadece ürün üretmek isteyen, kendinden tohum ayırmayan çiftçi ve hobistlerin değişik çeşitleri yan yana ekmesinde bir sakınca yok.
Tohum takasına yönelik eleştiriler
Bazı uzmanlar yerel çeşitlerin köylerini hiç terk etmemesi gerektiği düşüncesinde. Bu pek doğru bir görüş değil. Eğer bir köydeki çeşide başka bir köy ihtiyaç duyuyorsa bunun önce küçük ölçülerde denenmesinde yarar olacaktır. Şimdi düşünelim. Eğer çeşitler ve türler hep aynı yerlerinde kalsa idi, domates, patlıcan, biber, patates gibi Latin Amerika’dan gelen bitkiler Türkiye’de olmayacaktı. Bunların gelişi ve Türkiye’de yetiştirilmeye başlanmasının mazisi 100 yılı henüz geçmiştir ve tarım tarihi açısından göz açıp kapayacak kadar denilebilecek bir sürede bu türlerin Türkiye’ye özgü yeni çeşitleri oluşmuştur. Aynı şekilde buğdayın da bölgemizden Amerika kıtasına gidişi göreli olarak çok yenidir. Soya bir plan dâhilinde ABD’de sıfırdan yetiştirilmiştir.
Verim, lezzet ve dayanıklılığından memnun olduğumuz yerel çeşitlerin başka çeşitlerle karıştırılarak tamamen yozlaşmasının şüphesiz önüne geçmeliyiz. Avrupa’da bu işi yapan yerel tohum dernekleri var. Ziraat mühendisleri de bu alanda çalışıyor. Ülkemizde bu çalışmalar çok yetersiz. 2006 yılında yerel tohumun ve bunlardan üretilen fidelerin satışı tohumculuk kanunu ile yasaklandı. Şirket tohumlarının satışları tarımsal desteklerle arttırılmak isteniyor. Yerel tohum işini ciddi olarak yapan ve epeyce de bilgili olan çiftçiler Tarım Bakanlığımıza göre yasadışı bir iş yapıyor. Yasa değişerek bunlar korunsa, desteklense iyi olmaz mıydı?
Yerel tohum takas şenlikleri aleyhtarlarının en komik iddiası ise yabancı tohum şirketi elemanlarının bu şenlikleri tohum almak için bir imkân olarak gördükleridir. Bir kere yabancı tohum şirketlerinin böyle bir yolu kullanmasına gerek yoktur. Çünkü Türkiye, Uluslararası Tarımsal Araştırma Danışma Grubu (Consultative Group on International Agricultural Research-CGIAR) denilen bir sisteme katılmıştır. Bu sistem FAO, Dünya Bankası tarafından desteklenmektedir ve kuruluşunda Rockefeller ve Ford Vakıfları önemli roller oynamıştır. Bu sistem daha çok ABD ve Avrupa ülkeleri gibi ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin yerel tohumlarından yararlanmasına yöneliktir. Bu sisteme göre yabancı bir araştırmacı ülkemizden istediği tohumdan örnek alabilmektedir. Yani bakanlık yabancılara istediği tohumu kendi eliyle vermektedir. Ayrıca Svalbard küresel tohum merkezine Türkiye bol miktarda tohum vermiştir. Diğer yandan önemli bütün yabancı tohum şirketleri Türkiye’de şirketlerini kurmuşlar, bazıları da Türk şirketlerini satın almışlardır. Kısacası bu yabancı tohum şirketleri ülkemizde çalışmaktadırlar. İstedikleri tohumu her yerden temin edebilirler. Yerel tohumlar açık sistemlerdir. Köy pazarından bezelye alırsanız tohumunu da almış olursunuz. Bu iddianın aksine yerel tohum takas şenliklerini destekleyenler tohum şirketlerinin hegemonyasına karşı mücadele vermektedirler.
Bakanlığın yeni aklına geldi
Kanunun çıktığı 2006 yılından bu yana Türkiye’nin tohum ithalatı ile tohum ihracatı arasındaki fark devam ediyor. 2006’da 105 milyon dolarlık tohum ithalatımız vardı, ihracat ise 47 milyon dolardı. Açık 58 milyon dolardı. 2013’de ithalat 194 milyon dolar, ihracat 126 milyon dolar oldu. Açık 68 milyon dolara çıktı. 2015 yılında tohum ihracatımız 102 milyon 717 bin dolar, ithalatımız ise 202 milyon 181 bin dolar oldu. Açık 99 milyon dolar olarak artış gösterdi. İhracatın ithalatı karşılama oranı çok küçük bir artış kaydetti.
Sonuç olarak tohumluk dış ödemeler dengemizi hâlâ olumsuz etkiliyor. İhracat dediğimiz şeyleri de aslında büyük ölçüde yabancı şirketler yapıyor. Daha çok fiyatı düşük hibrit mısır ve ayçiçeği tohumluğu ihraç edip, fiyatları yüksek olan sebze tohumları ithal ediyoruz. Çoğu zaman Türkiye’de konuşlanmış yabancı tohum şirketleri pahalı orijinal tohumluk ithal edip, daha ucuz sertifikalı tohumluk ihraç ediyorlar. Kısacası bu iş Türkiye’nin otomobil ihracatına biraz benziyor.
Yabancı tohum şirketlerinin tohumlarına bağımlılığımız arttıkça uzaktan hepimizi kumanda etmiş oluyorlar. Bu şirketlerin çoğu aslında tarım ilacı da satıyor. Dolayısıyla onları da alıyoruz. Çünkü tohumlukları hastalık ve zararlılara dayanıklı değil. Üstelik bu ürünlerin besin değerleri de düşük. Daha sonra bu tarım ilaçlarını kullanırken çiftçiler, ürünleri tüketirken halk zehirleniyor. Besin değerleri düşük olduğundan bizleri hastalıklardan korumuyor. Dahası bu şirketlerin bir kısmı beşeri ilaç da satıyor. Dolayısıyla bir satış daha yapılıyor. Bu gibi şirketlerin üç ayrı cebi var. Sağ cebine tohum, soluna tarım ilacı, arka cebine de beşeri ilaç parası giriyor.
Tohumculuk kanunu çıkarken Türkiye’nin tohum ihracatçısı bir ülke olacağı söylenmişti. Bu, bugüne kadar gerçekleşmedi. Hâlâ açık fazla. Ama Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ihracatın daha hızlı arttığını söylüyor. Beş on yıl sonra fark olumluya da dönebilir belki. Ancak bir değeri yok.
Bakanlık tahıllar, baklagiller, yem bitkileri ve yağ bitkilerinde sertifikalı tohumları (şirket tohumları) kullananlara tarım desteklerini vermeyi öngören bir tarım politikası değişikliğine gidiyor. Tabii bu değişimin gerekçesi olarak verimi arttırmak gösteriliyor. Verim artınca çiftçi de daha çok kazanacak deniliyor. Gerçekte ise bu değişiklik daha çok tohum şirketlerine hizmet ediyor ve zaten onların lobi çalışmaları ile büyük ölçüde gerçekleşme yolunda. Çiftçinin en büyük kaybı ürünlerine iyi fiyat bulamamaktan kaynaklanıyor. Bir de girdileri sürekli artan yüksek fiyatlarla satın almaktan… Çiftçinin eline geçen fiyatların yükselmesi yönünde Bakanlık bir şey yapmıyor. Çünkü bu neoliberal ideoloji tarafından yasaklanmış bulunuyor. Fiyatları etkilemeyen prim vb. ile önemsiz düzeylerde destekler yapılıyor. Güya serbest piyasa her şeyi düzenliyor. Gerçekte tabii böyle bir serbest piyasa falan yok. Güçlü yerli ve yabancı şirketler ürün fiyatlarını büyük ölçüde dikte ediyor.
Yerel tohum işini statik olarak ele almamak gerekir. Yerel tohumlar katılımcı ıslah ile geliştirilebilir. Yeni bölgelere yayılabilir. Katılımcı ıslah en başından itibaren köylüleri işin içine katarak, çiftçiler ve teknik elemanların birlikte ıslah çalışmaları yapmalarıdır. Gerek ziraat fakülteleri gerekse Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı’nın pek bilmediği ve bilmek de istemediği bir ıslah yaklaşımıdır bu. Islah edilen çeşitler fikri mülkiyete konu olmaz. Herkesin ortak malıdır. Ancak şirketler tarafından çalınmaması için “copy left” denilen özel sistemlerle kayıt altına alınır. Örneğin ABD’de Open Source Seed Initiative kuruluşu (OSSI) (Web adresi: http://bit.ly/2qiuvnm) bu yönde çalışmalar yapmaktadır.
31 Mart 2017’de İzmir’in ilçesi Kemalpaşa’da oldukça alışılmamış bir etkinlik gerçekleşti. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından gerçekleşen 1. Yerel Tohum Buluşması adlı etkinliğe Sayın Emine Erdoğan da katıldı. Hâlbuki 2010 yılından bu yana birçok il ve ilçede defalarca yerel tohum takas şenlikleri/etkinlikleri yapılmıştır. Birinci denilen bu etkinlik gerçekte bakanlığın ilk etkinliğidir. 2006 yılında çıkarılan Tohumculuk Kanunu ile bakanlığın geçenlerde gönderdiği bir yazıda da itiraf ettiği gibi köylünün yerel tohumları ve bunlardan üretilen fideleri satması yasaklanmıştı. Bu bir zulümdür. Bu yasa şüphesiz çoğunluğu yabancı tohum şirketlerinin çıkarına hizmet ediyordu. Yasanın çıktığı on yıldır birçok yerel tohum şenliği yapılmış, ikincisi resmi kurumlarca engellemeye çalışılmış, sonrakilere bir araştırma enstitüsü ve birkaç tarım il ve ilçe müdürlüğü dışında kamu yönetimi ilgisiz kalmıştı. Belediyeler ise desteklemişlerdir. Şimdi on yıl sonra ne değişti ki Bakanlık bizzat kendisi bir yerel tohum etkinliği düzenliyor?
Bunun temel nedeni bu geçen on yıldır ülkede yerel tohumu savunma yönünde güçlü bir kamuoyunun oluşmuş olmasına karşılık, tohum şirketleri lehine yeni bir tarım politikasının belirlenmekte olmasıdır. Öncelikle kamuoyundaki ciddi bilinçlenmenin zihinsel bir hegemonya yaratmış olduğu bir gerçektir. Bakanlık bu hegemonyaya karşı çıkacak morale sahip değildir.
Bakanlığın etkinliğinde bir miktar da tohum dağıtıldı. Bir kısmının kimyasallarla boyanmış olduğu görüldü ki yerel tohumda bu işlem yapılmaz.
Yerel tohumların çiftçi elinde üretilerek, ürünlerinin tüketiciye ulaştırılması gereklidir. Bu amaçla ekolojik köylü pazarları kurulmalı, topluluk destekli tarım grupları oluşturulmalıdır. Bu ürünler doğrudan çiftçiden tüketiciye, çiftçi için iyi, tüketici için makul fiyatlarla ulaştırılamazsa şirket tohumlarının hegemonyası her geçen gün daha yoğunlaşacak.