Devam etmeyeceğini söylediğinde zirveye aşağı yukarı beş yüz metre vardı. Karla kaplı, kısmen düz bir bölgedeydik. Hava şartları tek kelimeyle mükemmeldi. Doğa, tadına doyum olmaz bir güzellik sunuyordu.
Biz Hochschwab dağ grubunun doruk noktasını (2.277 m) hedeflerken Ekber abi tek bir iyi karenin peşindeydi. Hiç olmazsa bir dağ keçisini* bir kayadan diğerine atlarken görüntülemek istiyordu. Uzun ve zorlu bir yolculuğun sıradaki durağıydı bu kare. Hikâye ise onlarca yıl öncesine dayanıyordu.
İlk makine ve yaban hayatı
Yaklaşık 20 yıldır Avusturya’nın St. Pölten isimli kentinde yaşayan Ekber abi, ilk fotoğraf makinesini İstanbul›dayken almış. 15-16 yaşlarında, pastacı olarak çalışan bir delikanlıymış o tarihlerde. Fırsat bulunca memleketi Dersim’e gider, köydeki aile üyeleri keçi sağarken onları fotoğraflarmış. Zamanla, çevresindeki diğer hayvanlar ve insanlarla da ilgilenmiş ancak kendisini geliştirdikçe yaban hayatına yönelmiş.
Dersim’in Mazgirt ilçesinde, keçilerin yoğun olduğu bir bölgeyi keşfedince çıtayı bir hayli yükseltmiş. Keçi yavrusuna saldıran bir kartal fotoğrafı çekmeyi çok istemiş lakin başarılı olamayınca işi şansa bırakmış.
Emek
Ekber abinin şimdilik şansa bırakmadığı konuyu ise rahatlıkla tahmin ediyorsunuzdur: kayalardan atlayan keçiler. Hochschwab’da, ayrıldığımız bölgede birkaç saat sonra buluştuğumuzda kendisi pek bir keyifliydi. Arşivinde olmasını arzuladığı kareyi yakalamıştı.
Ayakları sırılsıklam, bedeni yorgundu fakat yüzünde benzersiz bir gülümseme vardı. Çantasındaki dağcılık malzemelerine ek olarak bir de fotoğraf makinesi, objektifler vs. taşımaktan rahatsızlık duymuyordu. Aksine mutluydu hâlinden. Karşılaştığımız hemen herkeste saygı uyandırıyordu çabası.
Bağ
Ekber abiyi farklı kılan tek şey harcadığı fiziksel emek değildi. Fotoğrafla arasındaki bağ, delikanlılık çağından bugüne, saflığını yitirmeden korunmuştu. İlk yıllarından itibaren tutkusu uğruna sürekli harcama yapan fakat tek bir kuruş dahi kazanmayan birinden bahsediyorum.
Kendisini tanıtmak için kolunu bile kıpırdatmaz Ekber abi**. Yarışmalara katılmaz, reklam yapmaz, övünmez. “Hiç olmazsa bir sergi aç!” deriz, gülümser ve ısrarlarımızı şöyle yanıtlar: “Çıkar gütmeden bu sanatı destekleyecek bir kurum lazım.”
Kötü havalarda iyi fotoğraflar çekebileceğini düşündüğü için evde oturmaz o. Karda, tipide sabırla bekler. Semender yuvadan çıksın diye uzanır boylu boyunca, üşür ama kalkmaz yerinden. Güneşin yapraklardaki su damlalarıyla buluşmasını görüntülemek için tan vaktinde yollardadır. Heyecanla basar deklanşöre, yine de titremez parmakları.
Zamanımız
Dağlarda avcıları takibe aldığı da olmuştur. Objektifini bir silah gibi kullanır onlara karşı. Hayvanlarla dosttur, yılanları çok sever örneğin. “İnsan daha tehlikeli” der. Çakalın çağrıştırdıklarına inat, kendisine ilginç bir lakap seçmiştir. Gururla tekrarlar adını, “Dağların Çakalı” diye. Duyanların tepkisi değişmez tabii: “Yahu Ekber, senin gibi adamın ne işi olur çakalla?”
Ekber abinin başı arşiviyle derttedir. Onlarca yılda neler biriktirdiğini varın siz hesap edin.
Satın alınmak istenen fotoğraflarını hediye eden; paranın tutkusuna zarar vereceğini düşünen; zamanımızın dışında bir kahramandır Ekber abi. Bir kelebeğin kanat çırpması, bir ceylanın ürkmesidir onu yollara düşüren. Ne mesleği değişmiştir ne de uğraşı. Sakalları kar tutsa da keçileri yalnız bırakmaz dağlarda.
* Latincede Rupicapra rupicapra, Almancada Gaemse, Gams veya Gamswild olarak bilinen bu keçiler Avrupa ve Anadolu kökenlidir. Kafa-gövde uzunlukları 110-130 cm, ağırlıkları 25-50 kg arasında değişir. Alplerde en yoğun yaşadıkları yer, Avusturya’nın Steiermark eyaletindeki Hochschwab dağlarıdır. En büyük düşmanları vaşak, kurt, ayı, kaya kartalı ve çığdır.
** Ali Ekber Karabulut’un istisnai tek eylemi, aşağıdaki sosyal medya hesaplarından zaman zaman birkaç fotoğraf paylaşmaktır.
https://500px.com/zimekli
https://www.instagram.com/aliekberaliyedin/