Biz memurlar,
Saat dokuzda, saat on ikide, saat beşte,
Biz bizeyizdir caddelerde.
Böyle yazmış yazımızı Ulu Tanrı;
Ya paydos zilini bekleriz,
Ya aybaşını.
Orhan Veli
I
Sigorta kapsamındaki her hastanede olduğu gibi Başkent Hastanesi’nin bekleme salonları da hıncahınç hasta ve yakınlarıyla doluydu. Memur Glotkin ve eşi Gülizaranım muayenehaneye yakın pencerenin önünde buldukları bir sandalyeyi sırt sırta oturarak paylaşmışlardı. Bu görüntü hastane içinde o kadar yaygındı ki duruma aşina olmayan biri, gördüğünün çok farklı bir performans sanatı icrası olduğu fikrine kapılıp korkunç bir dehlizi andıran hastaneye hayranlık duyabilirdi.
Memur Glotkin, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluk döneminde yaşıtlarının sahip olduğu imkânlar karşısında eziklik duymaması için ailesi tarafından kendisinden epeyce büyük abilerin himayesine verildi. Bu önlemi müteakiben küçük Glotkin’in yaşıtlarından çok zaman önce sesi kalınlaşmış ve gövdesi bir ulu çınarınki kadar irileşmişti. İptidai mektepteki arkadaşları derste çöp kutusuna kâğıt topaklarla basket atarken, Glotkin günlük sakal tıraşı olmaya başlamıştı bile. Erken yaşta kendisini esir alan bu musibet yüzünden yaşıtı olan kızlara abisi çekip kendinden büyük kadınlara âşık olan Glotkin, yirmi altı yaşındayken o kadınlardan biri olan Gülizaranım ile evlendi. Gülizaranım, vasat halli bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Henüz orta mektepteyken genç yaştaki babasını kaybetmişti ve hiçbir zaman da bulamadı. Bu kayıp onda derin yaralar açtığı için tahsili reddederek kendini ev işlerine verdi. Dikişnakış işleri ile evi geçindirmek zorunda kalan annesine üç küçük kardeşinin bakımını üstlenerek yardımcı oluyordu. Yıllar bir nehir gibi akıp geçti. Tüm kardeşleri okuyup meslek sahibi olunca Gülizaranım’ın sırtındaki yük hayli azaldı. Tam da o zamanlardan birinde annesi ile düzenli olarak gittikleri hafta sonu panayırında tanıştığı, kendisinden dokuz yaş ufak olan –neredeyse en küçük kardeşiyle yaşıt olan- Glotkin ile evlendi. Gülizaranım’ın bu tercihinde Glotkin’in yaşıtlarından olgun görünmesiyle birlikte memurluğunun da büyük etkisi olduğunu tahmin etmek pek de zor değildir. Velhasılıkelam, Glotkin memurluğunun on yedinci, evliliğinin on üçüncü yılında yani otuz dokuz yaşındayken önce ruhsal sonra fiziksel sağlık sorunları yaşamaya başlayınca sigortasının kapsadığı her sağlık kuruluşunda derdine derman arar oldu. Ve geçen iki yıl sonunda Başkent Hastanesi’nde tecrübeli bir doktora kendini teslim etti.
II
Doktor, Glotkin’in ilk kontrolünden itibaren muhtemel marazı az çok tahmin etmiş ancak bunu açıklamak için tetkikatın sonucunu beklemişti. Olası bir kötü haberi hastaya alıştırarak söylemek gerektiği için Gülizaranım’ı sonuçları almak üzere muayenehaneye yalnız gelmesi konusunda gizlice uyarmıştı.
Glotkin sırtını yasladığı eşini çoktan unutmuş, dakikalardır hastane içinde koşturan insanları izliyordu.
Gülizaranım her zaman olduğu gibi ikinci kez eşine seslendi:
-İstersen biraz da sen cama bak diyorum; sıkıldım ağacı izlemekten ayol!
Duyduğunu fazlaca önemsiz bir teklif olarak gördüğünü bir dudak büküşle belli eden Glotkin,
-Gerek yok! Ben böyle iyiyim dedi.
Çok kısa bir süre geçtikten sonra:
-Sana diyorum hop, diye bağıran Gülizaranım’ın sesi Glotkin’in düşüncelerini tekrar dağıttı.
-Ne diyordun; duymadım?
-Hangisini duyuyorsun ki zaten?
-Hadi uzatma da söyle, diyerek kestirip attı Glotkin.
-Diyorum ki nasıl oldun? Yine kötü düşünceler geçiyor mu kafandan?
-İyiyim.
Gülizaranım aldığı kısa ve net cevap karşısında tam da sevindiğini söyleyecekti ki Glotkin’in karşı duvardaki saati işaret etmesiyle sustu.
-Her yerde aynı saati görüyorum Gülizaranım. Perşembe günü ziyaret ettiğim kömür deposundaki yazıhanede de aynı saatten vardı. Aynı saatler, aynı koltuklar, aynı fincanlar… İşte tüketim…
Gülizaranım sert bir şekilde kocasının lafını böldü:
-Aman başlama yine Glotkin! Allah’ın adını verdim başlama! Tüketim Toplumu, Yabancılaşma, Meta Bilmem nesi! Ben bile ezberledim artık. Hem sana ne! Alan memnun satan memnun…
Karısının sert ve yüksek sesli çıkışmasından alınan Glotkin:
-Sen de iş arkadaşlarım gibi çokbilmiş ve küstah olduğumu mu düşünüyorsun?
Gülizaranım duyduğuna biraz içerleyerek:
-Benim senin hakkında fikir yürütüp yargıda bulunacak zamanım mı var Glotkin? Hem iş arkadaşlarının o boş lakırdılarını önemseme. Birine kafayı takmaları ya da lakap uydurmaları için öyle çok bilgili, ferasetli olmana gerek yok! Senin farkında olmadığın bir tutam saçının rüzgârda alnına düşüp dalgalanması bile seni ukala bulmalarına yeter.
Bıçak kesiği gibi bir suskunluğu müteakiben, açılan kapıdan kafasını uzatan asistan, Glotkin’in adını bağırınca Gülizaranım hemen ayaklandı:
-Anlaştığımız gibi… Ben hemen sonuçları alıp geleyim sakın sandalyeyi birine kaptırayım deme!
Gülizaranım, Glotkin’i tam da doktorun istediği üzere dışarıda bırakarak muayenehaneye doğru seğirtti. Günlerdir aklından geçen kötü senaryoları kocasıyla paylaşamamış ve deyim yerindeyse içi şişmişti.
Muayenehaneye doğru heyecanlı adımlarla yürürken boğazına bir koca yumruk oturmuş gibi hissetti.
III
Muayenehanenin kapısından içeri kafasını uzatıp doktoru bir baş hareketiyle selamladıktan sonra içeri girdi. Doktorun yüzündeki gerginliğin mesai saatleri içinde yaşadığı yoğunluktan olmasını ümit ederek sordu:
-Umarım sonuçlar iyidir Doktor Bey?
Doktor çekmeceden evrakları çıkarmak için dar alanda küçük hareketlere başlayınca ve buna da kalın bir sedayla ‘Eeeeeeeehmmmm!’ diyerekten bir inilti ekleyince, bir şeylerin ters gittiğini anlayan Gülizaranım derin bir nefes alıp verdi.
-Dinliyorum Doktor Bey, lütfen buyurun.
-Böyle anlarda konuşmaya başlamak bizim mesleğin en zor yanlarından biridir hanımefendi. Ama bir yerden de başlamak zorundayız, malumunuz.
Bu kez derin bir nefes alıp verme sırası doktora gelmişti ve akabinde yarı kösnül yarı nazik ses tonuyla konuşmaya devam etti.
-Eşinizin beynine umut taşıyan damarlardan biri tamamen tıkanmış. Tüm yük diğer damara aktarıldığı için de sol tarafında bir denge problemi yaşıyor. Yürüyüşünde gözlemlediğiniz tuhaflık bundan kaynaklı. Dalıp dalıp gitmeler ve düşünceli haller de öyle… Ne iş yapıyor demiştiniz?
Bir süre sessizlik oldu zira Gülizaranım sorudan önce kısa bir işitme kaybı yaşadı.
Sorunun havada asılı kaldığını gören Doktor, durumu fark ederek havadaki cümleyi bu kez babacan bir tavırla Gülizaranım’a tekrar yönlendirdi.
-Eşiniz diyorum, ne işle iştigal ediyordu hanımefendi?
Gülizaranım ürkek ve çok düşünceli bir halde:
-E… Memur… Telaşe Memuru benim kocam dedi.
Gülizaranım o anda, odadan güçlü bir eş olarak ayrılmak zorunda olduğunu hatırladı. Başını biraz daha dikleştirip son derin nefes hakkını da kullanıp sessizce dinledi.
-Hmm! Anlıyorum. Daha önce de eşinizin meslektaşlarından hastalarım oldu ancak içlerinde böyle bir soruna rastlamadım. Öncelikle rahatsızlığının uzun yıllara dayalı bir sürecin sonucu olduğunu bilmenizi isterim. Ve şu anda da çok kritik ve netameli bir durumda… Bu görüşmeyi eşinizden gizleme sebebim de bu kritik durumu…
-Daha açık konuşun lütfen, korkuyorum. Ne olacak ona?
-Her şeye hazırlıklı olmalısınız.
-Ne diyorsunuz Doktor?
-Bu hızla devam ederse diğer damarın da tıkanma ihtimali çok yüksek.
Tüm derin nefes haklarını kullanmış olan Gülizaranım oturduğu sandalyede sendeledi. Sanki böyle bir durumu beklermiş gibi başında dikilen asistanın zamanında müdahalesi ile yere yığılmaktan kurtuldu ve burnuna yaklaştırılan çaputtaki keskin kokuyla tekrar kendine gelip sordu.
-Tam olarak bizi neyin beklediğini söyleyin yalvarırım. Saniye saniye canımdan can kopuyor. Söyleyin, hazırım.
Doktor kapıda bekleyen hastaların homurtularından rahatsız olmaya başladığı için açıklamayı hemen yapıp sıradaki hastayı çağırmayı düşündü ve boğazını temizleyip söyledi.
– Hanımefendiciğim! Bunu söylemek istemezdim ama eşiniz böyle giderse iki aya kalmaz yazar olacaktır. Çok üzgünüm.
Gülizaranım için bu en kötü sonuçtu. Geçen hafta mutfak çöpünde bulduğu ve Glotkin’in el yazısıyla karalanmış Fakirliğin Kitabı adlı müsveddeleri hatırladı.
– İnanmıyorum, dedi titrek bir sesle.
Günlerdir kafasında dönen kara senaryonun ta kendisi oynanıyordu şimdi.
– Söylemiştim ben ona Doktor Bey. Sabahlara kadar okumak da neyin nesi? Evde yaşamaya yer kalmadı, bırak artık kitap almayı demiştim. Dinlemedi.
Yutkunup devam etti,
– Doktor Bey! Yalvarırım söyle, yok mu bir çıkar yol? İlaç… Ameliyat… Pahalıysa pahalı! Kapı kapı dilenirim gerekirse. Evlere temizliğe giderim, bilmediğim iş değil.
Doktor artan homurtulardan da çekinerek nobran bir tavırla,
– Sıradaki hastalarımı bekletemem. Bununla yaşamayı öğrenmeye çalışın. Tıkalı damarlar için bir ameliyat yöntemi duymuştum geçen senelerde. Ama onda da bazı komplikasyonlarla birlikte hastaların çoğunda fecaat sonuçlar alınmış. Hatta ameliyat akabinde şairliğe varan hastalar olmuş. Yani bu riski almaya değer mi bilmiyorum. Üzgünüm, dedi.
Doktorun tavrındaki soğukluk Gülizaranım’ı kendine getirdi.
– Gidiyorum, teşekkür ederim.
– Rica ederim geçmiş olsun. Eşinize de selamlarımı iletin lütfen; malulen emekliliğini dilediği vakit işleme aldırabilir. Tüm belgelerini hazırlatıyorum.
Gülizaranım’ın çaresizce başıyla onaylamasına içerleyen Doktor giderayak da olsa tüm bilgilerini hercümerç edip dipte bulduğu birkaç kırıntıyı daha geveledi.
– Son bir tavsiyem de şu; bahsettiğiniz tüm o kitapları zemheride sobanızda yakıp sıcağında da eşinizi bol bol uyutun. Az da olsa işe yaramasını ümit edelim. Elden gelen bu…
IV
Glotkin, kendisine yaklaşan refikasını fark etmeden hareketli kalabalığı izliyordu. Sandalyenin pencere tarafında kalan yanına başka bir hasta oturup sırtını Glotkin’e yaslamıştı. Glotkin belki bunu bile fark etmemiş bir halde öylece önünde uzanıp giden koridordaki telaşeye bakıyordu.
Gülizaranım doktorun yanından ayrılıp eşinin yanına vardığı o kısa süre içerisinde çoktan eski gücüne ve moraline kavuşmuştu. Kavuşmak zorundaydı. Gülizaranım iki kez:
– Hadi gidelim, burada işimiz bitti dedi.
Glotkin şaşkın bir halde ayaklanırken,
– E ne dedi doktor, ne yapmamız gerekiyormuş diye sordu.
Gülizaranım’ın cevabı hazırdı,
– Bu kışı sıcak geçireceğiz.