Neptün Soyer’le kadın emeği ve elbirliği üzerine

Kimle konuşsanız aynı şeyi anlatır; bundan çok değil on sene önce Seferihisar’ın merkezinden bir kadının geçmesi büyük olaymış. Nerede öyle şimdiki gibi rahat rahat gezmeler, erkeklerin arasında kahvelere oturmalar… Seferihisarlı kadınlar minibüse binmek için bile merkezin etrafından dolanıp daha gözden ırak duraklara giderlermiş.
Merkezden geçmek ya da geçmemek bir simge aslında. İnsanlığın bir yarısının baskı altında tutulduğunun; toplumun bir ferdi olarak aslında doğuştan sahip olduğu hakkın, üstelik evdeki, tarladaki görünmez kılınan emeğiyle her gün yeniden ve yeniden kazandığı, toplumsal yaşamda rol ve söz sahibi olma hakkının elinden alındığının bir göstergesi.
Bu Anadolu’nun her yerinde görülebilecek bir muhafazakarlık tablosu belki de. Ve dinci bir gericilik tarafından özellikle muhafaza edilmediği sürece, bunu zorlayan ekonomik, toplumsal koşulların etkisiyle her yerde, ama yavaş ama hızlı değişiyor, değişecek.
Evet ama, bu değişimin kaçınılmazlığı ona renk veren, yönlendiren, hızlandıran ya da yavaşlatan, iyi ya da kötü sonuçlarla meyve vermesini sağlayan tek tek insanların etkinliğini önemsiz kılmıyor. Seferihisar’da bu değişim bu kadar hızlı ve bu kadar üretken gerçekleşiyorsa, kadınların toplumsal hayatın her alanında günden güne kendine daha fazla güvenerek yer aldığı bir dönüşüm yaşanmış ve hâlâ yaşanıyorsa, örnek gösterilecek tecrübelere imza atılmışsa ve kadınların hayata daha fazla katılımıyla Seferihisar daha güzel bir yer hâline gelmişse, burada buna emek veren insanların katkısını görmezden gelmek olmaz.
Bu sürece eli değen, dokundukça güzelleştiren insanlardan biri de Neptün Soyer. Bir kadın kooperatifi olan Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin kurucularından; kadınların ev içi el emeği ürünlerini tüketiciyle buluşturan seferipazar.com web sitesinin, üretici pazarlarının ve pek çok başka etkinliğin mimarlarından… Neptün Soyer’le tüm bu süreçteki deneyimleri, gözlemleri üzerine sohbet ettik. İşte aklımızda kalanlar…
* * *
İki şey çok önemli diyor Neptün Soyer. Birincisi kabuğu kırmak. İnsanları bunun olabileceğine inandırıp harekete geçirmek. Sığacık’ta ilk üretici pazarını kurduklarında tezgâh açacak kadın bulamamışlar örneğin. “Ne satacağım ki ben?” demiş kadınlar. Utanıp sıkılanlar olmuş. “Ben sana haftada 50 lira veririm, otur aşağı, ne pazarı” diyen eşlerinin engeline takılanlar… “Yalvardık insanlara resmen” diyor Soyer. Zar zor 10-15 tezgahla pazarı kurmuşlar. Kimisini her hafta alıp evinden getirmişler. Kooperatif yönetiminden yol arkadaşlarıyla tezgâh açıp pazarı canlandırmaya çalışmış, Kent Konseyi’nden kadınları ikna etmeye uğraşmışlar. Çok görünsün diye tezgâhları serpiştirmişler. Nihayetinde kadınların kimi termosta tarhana çorbası satmış, kimi erişte ve öyle başlamış bu hikâye. Şimdi yüzlerce kadının el emeği ürünlerini sergilediği cıvıl cıvıl pazar böyle doğmuş.
“Kadınları ayaklandırıp harekete geçirdiğinizde iş orada bitmiyor aslında, yeni bir kapı açmış oluyorsunuz sadece.” diye devam ediyor Neptün Soyer. İşte burada ikinci önemli şey devreye giriyor: eğitim. “Bu o kadar yeni bir şey ki onlar için, sürekli bir eğitim gerekli oluyor. Çünkü çoğunlukla hiç eğitim almamış insanlarla bu işi yapıyorsunuz. Yeni bir şey öğretiyorsunuz, hele de bu yaşlarda öğrenilen şeyin devamlılığı için eğitimi süreklileştirmek gerekiyor.”
Hem bu eğitimi devam ettirmek hem de ürün çeşitliliğini artırmak için de çok çaba göstermiş Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi. Şimdiye dek ev için yaptıkları üretimin, tarhananın, eriştenin, turşunun, sarmanın, böreğin, örgü nakış işlerinin pazarda bir değeri olduğunu görmek, kendi emekleriyle para kazanmaya başlamak, pazarda yepyeni sosyal ilişkiler kurmak güven kazandırmış kadınlara. Kartvizit bastıranlar, facebook sayfası açanlar olmuş. Faturaları ödemeye, evin geçimine katkı yapmaya başladıkça, köstek olan kocaların sesi azalmış, aileler destek olmaya başlamış. Pazar tezgâhları birer aile işletmesine dönüşmüş hatta.
“Kadınların ekonomik bağımsızlık ve özgüven kazanması aile yapısını da dönüştürdü tabii” diyor Soyer ve şöyle devam ediyor: “Şunu da soruyorlar, kadın ekonomik özgürlüğünü kazandığı zaman aile yapısında bir bozulma oluyor mu? Bence tam tersine, kadının ekonomik özgürlüğü ve katkısı, daha rahat yaşadığı için aileyi daha mutlu kılıyor. Kadının bağımlılığı üzerine kurulu bir aile yapısı erkeğin de zayıflığının, özgüven eksikliğinin göstergesi aslında. Erkek kadını ancak ekonomik bağımlılıkla kendisine bağlayabileceğini düşünüyor. Oysa bu bağımsızlık sayesinde, aileyi eşit ve daha sağlam bir temelde kurma şansı da buluyor bence eşler.”


Kooperatifi yedi üye ile kurmuşlar. Şimdi üye sayıları 83 olmuş. Kooperatifin başlangıçta çok temel bir rol oynadığını, ama çoğu üyenin artık kendi kanatlarıyla uçtuğunu, daha kapsamlı ihtiyaçlar ve projelerin yine kooperatif sayesinde gerçekleştiğini söylüyor Neptün Soyer. “Kooperatif her anlamda yol gösterdi bize. Orada akıl birliği yaptık, yeni arkadaşları ikna ettik, eğittik.”
Kooperatif bir dönem Seferihisar merkezinde geleneksel ev yemeklerinin yapıldığı Sefertası adlı bir lokanta işletmiş. Orada hep beraber yemek pişirmiş, servis yapmış, bulaşık yıkamış, temizlik yapmışlar.
Sonrasında o girişim başka bir projeye dönüşmüş. Belediye’den devraldıkları eski bir binayı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ndan alınan mütevazı bir hibeyle iyileştirmişler. Mutfak malzemelerini yenilemişler. Proje paydaşı olan Ekonomi Üniversitesi Mutfak Sanatları Bölümü’nden eğitim almışlar. Şimdi orada yaşlılara yemek veriyor, Sefertası’yla başlayan süreci devam ettiriyorlar.
Neptün Soyer aynı zamanda İzmir Köy-Koop’un da çiçeği burnunda başkanı. “Oldukça muhafazakâr bir yapı olmasına rağmen ne yüzüme karşı ne de arkamdan, ‘kadından da başkan mı olur’ diye bir söz duymadım.” diyor. Genel Kurul’da kürsüye çıktığında, Köy-Koop’un kadın erkek el ele logosunu göstererek “o logodaki kadın var ya, işte o kadın benim, benimle yürümeye var mısınız?” demiş ve başkan seçilmiş. Gerçekten de, 1971’de kurulmuş derneğin ilk ve tek kadın yönetim kurulu üyesi o olmuş, şimdi ise ilk kadın başkanı. “Hak ederek geldim buraya ben, gece gündüz koşturarak” diyor. Kiraz’ın bir dağ köyünde yaşlı bir amcadan “Kızım, yıllar sonra şu Köy-Koop’un arabasını bu köye soktun, Allah senden razı olsun.” sözünü duymuş ya, artık yaptıklarından daha da emin. THY ve Lufthansa gibi havayollarının yemek şirketlerine Köy-Koop ürünlerini pazarlamak için uğraşıyor şimdilerde. Bir de gezici birer market gibi düzenlenmiş Köy-Koop araçlarıyla, İzmir’in her yerinde üreticinin ürününü doğrudan tüketiciye ulaştıracak projeler üzerine çalışıyor.
İnsanları bir araya getirebilmek için, bu işin kazanç getireceğine inandırmanız, hatta bunu gösterebilmeniz gerekiyor. Emeklerinin, ürettiklerinin karşılığını almalarını sağlayacaksa, geçimlerine bir katkısı olacaksa insanlar bu girişimlere katılıyor. Hem üretici pazarlarında hem kooperatiflerdeki tecrübesi bunu göstermiş Neptün Soyer’e.
“Ama” diyor, “bu işleri yürütecek insanlarda esas olan gönüllülük. Herkes para kazanmak ister ama gönüllülük esasını kaybetmeden yapmak lazım. Kadınların toplumda öne çıkması, köylünün emeğinin karşılığını alması… Bunlar hep memleket meselesi.”

 

Sığacık Pazarından kadınlar anlatıyor

Gülnigar Efeer:

“Sekiz yıldır pazardayım. Önceden börekler sattım, sarmalar sattım, patlıcan börekleri sattım fakat şimdi sadece turşu satıyorum. Turşuma babaanne turşusu derler. Televizyona bile çıktı benim turşularım…
Pazar kurulmadan önce toprakta çalışıyordum beyimle beraber. Bağ bahçe işleri yapıyordum, ev hanımlığı yapıyordum. İki tane çocuğumu evlendirdim, dört toruna baktım. Mandalina ağaçlarımız var, dedeyle onlara baktık. Kendi işimizdi hep, inekçilik yaptık 20 sene. Bahçeye baktım, domates, salatalık, patlıcan, biber, ne olursa…
Ama pazar daha iyi tabii. Parası da daha iyi. Ben paraya çok düşkün değilim ama geçime düşkünüm. Bir de insanların içindeyiz. Onlar beni seviyorlar, ben onları seviyorum. Gel babaanne, git babaanne, herkesin babaannesi oldum burada.
38’liyim ben. Hayatımda ne değişti biliyor musun bu yaştan sonra? Ben beyin ameliyatı olmuştum 2013’te, altı ay, bir sene onu çektim. Çok mutluyum burada, burası bana bir ömür verdi, bu turşuyu yapmak bana bir ömür verdi. Parasından değil, 200 lira alsam 100 lirasını harcıyorum, 100 lirasını koyuyorum torunlarım için. Çocukları evlendirdik zaten, çoktan yuvalarına çekildiler. Dedenle baş başa kaldık. 51 sene oldu evleneli…
Burada gençler geliyor, onları güldürüyorum. Gelip öpüyorlar babaanne diye, mahsus diyorum “beni bu kadar öpüyorsunuz, dede sizi kesecek”. Çocuklar nasıl gülüyor bir görsen, öyle mutlu oluyoruz işte.”

Nurhan Demir: 

“İlk kurulduğundan beri pazara çıkıyorum, pazarın demirbaşıyım yani. Hemen hemen 8-9 sene oluyor.
Başta sadece tarhana çorbası satıyordum, bardak bardak, bardağı bir liradan. Bizim haşhaşlı peksimetimiz var, onları falan satıyorduk. Sonra sonra pazarımız geliştikçe biz de kendimizi geliştirdik. İlk kazancımıza göre de daha güzel paralar kazanıyoruz şimdi…
Önceden ev hanımıydım ben, çocuklarım okula gidecek, okuldan gelecek, eşim işe gidecek, işten gelecek, tek hayatım buydu. Fırsat bulduğum zaman da arkadaşlarımla güne giderdim. Başka da bir hayatım yoktu. Kızım üniversiteye gitti, ayrıldı bizden. Oğlum da üniversiteyi kazanınca ben oyuncağı alınmış çocuk gibi hissettim kendimi. Tam o dönemde bizim başkan bu pazarı açmayı uygun gördü. Çok da iyi oldu. Ben hobi gibi, hani vakit geçirmek amacıyla, can sıkıntısından kurtulmak amacıyla başladım buraya. O zaman 45 yaşında falanım ama para kazanmanın ne demek olduğunu daha bilmiyorum…
Hiç çalışmamıştım daha önce. Bir kuruş para kazanmış değildim o yaşıma kadar. 45 yaşından sonra çalışıp da para kazanmanın tadını öğrendim. Çok da güzel bir şeymiş yaptığının karşılığını almak…
Başta eşim çok karşı çıktı. Çok mücadele ettim eşimle. Toplum baskısı diyelim… Burası dar bir kesim, dar bir çevre tabii. Eşim memur olduğu için kendi meslektaşları, kendi etrafı falan da çok şeyli yaklaştılar. Nasıl diyeyim size kibarca bilmiyorum… ‘Memur eşi pazara çıkar mı hiç’ gibi…
Eşim bana diyordu ki “sen haftada 25 lira kazanıyorsun, ben sana 50 lira vereyim sen çıkma”. Ben de bırakmak istemiyordum, derken eşimle çok mücadele ettim, en sonunda kabullendi. Şimdi bana çok desteği var, çok yardımcı oluyor. Allah razı olsun ondan da…
Burası bana terapi gibi geldi. Psikolojimi düzeltti benim. Değişik değişik insanlarla, sizin gibi güzel insanlarla karşılaştım yani. Ne bileyim ben, çok şey değiştirdi çok. Fikrimi açtı, görüşümü açtı. Randevuyla görüştüğün insanlarla, yüksek mevkideki insanlarla senli benli konuşuyoruz. Güzel bir şey değil mi bu? Atıyorum, işimiz var diyelim profesörle, adam randevuyla bile zor kabul ediyor görüşmeyi. Ama adam gelmiş buraya, burada içten görüşmeler oluyor. ‘Tabi canım hocam’ diyorum, ‘şu şöyle bu böyledir’. O da tadına bakıyor, ‘ay şunlar ne kadar güzel, bunlar ne kadar değişik’. Öyle sıcak sohbetler oluyor…
Nurhan yine aynı Nurhan. Ama artık kendimi çalışan bir insan olarak, para kazanan bir insan olarak gördüğüm için, tabii böyle, ne bileyim, biraz güvenim arttı, 48 yaşından sonra sigortaya kayıt oldum ben. Beş yıldır sigorta primi ödüyorum, inşallah emekliliğimi de görürüm. Ev hanımlarına sigorta da çıkardılar ya, öyle bir imkân çıkarsa, atıyorum yani, gereken toplu parayı yatırma gücüm var. Artık böyle planlar yapabiliyorum.”

İnci Kökten: 

“Pazar kurulduğundan beri yapıyoruz bu işi. Önce dışarıda sokakta başladık, sokakta satış yaptık, sonradan evimizi açtık, evimizin bahçesinde yapıyoruz.
Baklava, börek, gözleme, sarma… Her çeşit yapıyoruz…
Önceden ev hanımıydık işte, kendimizi oyalayacak kadar dikiş dikiyorduk, nakış yapıyorduk, o işlerle vakit geçiriyorduk. Bir de kendi malımızda, mülkümüzde, bahçelerimizde çalıştık o kadar. Pazar kurulunca, iki gelinim, bir kızım, hep beraber burayı çalıştırıyoruz…
Pazar kurulacak denildi çok heveslendik, nasıl olacağını da bilmiyorduk önceden. Birkaç şey yapık sattık, para kazandık, hoşumuza gitti. İlerlettik işi, böyle böyle büyüttük. Çok memnunuz. Başkanımızdan Allah razı olsun bu imkânı verdi bize…
Çok değişti hayatımız. Her yönden bir hareketlilik oldu. İş güç sahibi olduk. Para kazanmaya başladık. Meşguliyetimiz oldu. Üç gün hazırlık yapıyoruz, iki gün satış yapıyoruz. İki gün de tatilimiz var. 73 yaşındayım ben. Eskiden de nakış yapardım, dikiş dikerdim, piko yapardım, öyle kendimi oyalayacak işler yapardım. Ama bu iş başka, kalabalık içindeyiz, değişik insanlarla tanışıyoruz, hareket oluyor hep. Çok iyi geliyor, moralim düzeliyor, böyle böyle dinçleştik, gençleştik…”

 

Ayşe İçöz: 

“7 yıldır pazara çıkıyorum. Yani neredeyse açıldığından beri. Önceden kendi işimizde uğraşıyorduk. Bahçelerimizle, zeytinle… Pazar kurulunca hayatımız hem para yönünden değişti hem böyle insanları görmek yönünden…
Çalışırsan, iş olursa para da oluyor, iş olmazsa olmuyor. Ama her türlü mutluyum pazarda olmaktan.”

:

İlginizi çekebilir