Sakin Adam güncesi -3

Yazan: Can Okyay ____________   

Düzen çok bozuldu sevgili okur; taşranın mandalina çiçeği kokan daracık sokaklarına kadar bulaştı trafik illeti. Kapı önlerinde çiğdem çitlenip komşuculuk oynanan günler mazide kaldı. Yaz geceleri, çocukların gece yarılarına kadar süren sokak oyunları tarih oldu. Çocuklar artık “internet cafe”lerde buluşup, masaüstü sosyalleşiyor. Çocuklar sanal dünyada yarattıkları karakterlerle futbol oynuyor, klavyenin bir tuşu ile kılıç sallıyorlar artık. Sakin Kent’imin 3-5 mahallesinde her şeye rağmen direnen birkaç çocuk var ama onlar da popüler kültürün iç çektiren göz kırpışına ne kadar daha dayanırlar, bilmem.
Kaldırımlar sevgili okur, bazı manalara gelmiyor. Hüviyetini kaybetmiş kaldırımlar, arabalara yataklık ediyor. Daracık sokaklar araba mezarlığı… Renk renk, çeşit çeşit dizilmişler, bütün heybetleriyle kaplamışlar sokakları, caddeleri, kaldırımları, merdiven başlarını ve çöp tenekelerinin kapaklarını. Uzaylı istilasına uğramış gibiyiz. İhtilal çoktan bitmiş de farkedememişiz. Yabancılaşmışız arkadaş, “öteki” olmuşuz kendi sokağımızda.
Yürüyerek çarşıya gitmek,  pentatlonda 15 dakika yarışmaya bedel. Zeka, çeviklik, hız ve deneyim olmadan çarşıya ulaşmak oldukça zor. Kaldırımdan yürüyeyim desen (ki daha doğal bir istek olamaz), ya taşıtlar park etmiş ya da ağaç dikmişler. Farklı olacağız ya, bağı bahçeyi imara açalım, kaldırımlara ağaç dikelim.  Yola iniyorsun yürümek için, sürekli tetiktesin.  İkide bir arkana bakıyorsun gelen araba var mı diye. Bir anlık dalgınlıkla arabanın geldiğini farketmesen, Godfather soundtarck’i tadında korna sesleri yükseliyor. İtalyan mafyasının kulaklarımızı kanatan sahte tınısı korteksi uyarır uyarmaz bir delik bulup zıplıyoruz kaldırımın kenarına. 10 saniye yürüyemeden ya bir inşaat çıkıyor karşımıza ya açık unutulmuş bir logar kapağı. Bir de esnaf abla/abilerimiz var. Masayı sandalyeyi dükkanın önüne atmışlar, 5 metrekare dükkan olmuş 25 metrekare. Minik masalarında  çay-çorba içenleri rahatsız etmeyelim diye yola iniyoruz tekrar. Ondan sonra yolun ortasında sallana sallana yürüyen yayaya kızıyor sürücüler. Yaya ne yapsın? Nerede yürüsün bu millet? Arabası olmayan ekmek almak için çarşıya gidemesin mi?
Aklın ve mantığın sınırları bellidir. Bazı düzensizliklere eyvallah der geçerim, fazla uzatmam. Ama kaos ve hengamenin olağan bir norm gibi sunulduğu, hak ve hukukun kişi inisiyatifine bırakıldığı, bireyleri paylaşım ve yardımlaşma düşüncesinden uzaklaştırıp, çıkarcı ve bencil olmaya iten bu sistemi eleştirmezsem vicdanımdan utanırım.
Bu kadar mı vahim diyeceksiniz, emin olun o kadar vahim durum. 15-20 yıl öncesine kadar İstanbul’da yaşayanlar sürekli trafikten dem vurur, bir yerden başka bir yere gitmenin saatler sürdüğünü her ortamda anlatıp bizi delirtirlerdi. Daha sonra bu trafik illetinin salgın gibi yayılışını izlemeye başladık. Önce büyük şehirler, sonra daha küçük yerleşim birimleri… şimdi de kasaba ve köylere kadar tıklım tıklımız. Biz artık yavaş şehrimizde “köprü trafiği”yle boğuşuyoruz.
Çözüm odaklı perspektiflerin zihinlerinde beliren ilk ışık, merkezi araç trafiğine kapatmak olsa da, esnaf bu fikirden pek memnun görünmüyor. Sebebini anlayabilmiş değiliz henüz. Eğer ki, taşıtlar olmadan müşteri gelmez gözüyle bakıyorlarsa, Kıbrıs Şehitleri, İstiklal Caddesi, Karşıyaka Çarşı gibi yerleri nasıl açıklıyorlar merak ediyorum.
Diğer taraftan, insan herşeye alışıyor sevgili okur. Yavaş yavaş ve sinsice gelip yaşam alanımızın ortasına yerleşen, lüks olmaktan çıkıp, cezbedici salvolarla kendinin gerekli olduğunu bizlere her fırsatta hatırlatan bu metal yığınına çok alıştık. Belki de biraz daha ileri görüşlü olup, yıllar içerisinde meydana gelebilecek olası sorunlar için çareler tasarlanıp uygulamaya konulsaydı, 21. yüzyılın Türkiye’sinde yaşayan vatandaşlar da sokaklarda yürüyebilmek için harcadıkları enerjiyi daha farklı alanlara kanalize edebilirlerdi. Herşeye rağmen, bizleri mütemadiyen sinirlendiren bu durumu da olgunlukla karşılayarak, Sakin Kent’imize misafir olan sonbaharı -nüfusun da ciddi oranda azaldığını göz önünde bulundurarak- kucaklıyorum. Olabildiğince sıcak bir kış geçirmeniz dileğiyle…

:

İlginizi çekebilir