CEMİYET ADAMI -2

Camille Saint-Saëns – ‘Danse Macabre’ eşliğinde…
(İlk dakikalar)
Bak neyden utanıyorum biliyor musun?
Yaşamın ereğine dair onca kelam edip okuyup yazdıktan sonra bir market sırasında öylece beklemekten utanıyorum. Üretemeyip tüketmek ne utanç verici!
Hele ki insanların o yoğun plastik kokulu raflar arasında misafirlikte kendisine şeker uzatılmış küçük bir çocuk gibi sevinçli ve şımarık bir halde alışveriş yapmasına tahammülüm yok.
Akın akın yürüyüyoruz yazarkasaya! Mahşer günü… Yazarkasa görevlisi sorgu yargıcı gibi yüksekten süzüyor hepimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirdiysek ‘cezai’ indirimde bulunuyor. Tüm hafta mesaimiz boyunca hayalini kurduğumuz bir günlük mutluluğu reyon görevlisinin bize uzattığı poşete sığdırıyoruz.
Son yıllarda her ne konuda yazıp konuşacak olursam olayım dönüp dolaşıp mutlaka tüketim düşkünlüğüne bir ‘uğruyorum’. Bu çok temel bir sorun sanırım ya da ben artık aynı şeyleri geveleyen bir ihtiyar olma yolundayım.
Gülüyorsun!

Béla Bartók – ‘Román Népi Táncok’ eşliğinde…
(İlk kadehler)
Aslına bakarsan her şey bir cümle ile başlıyor. Sonrası da çorap söküğü gibi geliyor.
Mesela bugün günboyu kafamda yankılanan bir cümle var:’’ insanlar geceye ne kadar methiye düzseler azdır’’.
İşte bu cümle bana belki bir kitap yazdıracak. Ama asıl önemli olan bunun neden, nasıl olduğu?
Ne oluyor da ben sabah uyanır uyanmaz kafamın içinde bağbozumundan arda kalan ezik mahsule benzeyen bir düşüncenin buruk tadıyla uyanıyorum.
‘Gece Kaçamağı’ diyorsun gülerek ama değil aziz dostum. Ne o tatlı kaçamaklar ne de coşkuyla yaşanmış bir cemiyet…
Bizi durduk yerde yazmaya düşünmeye sevk eden şey bilimin henüz keşfedemediği ama halk dilinde yer etmiş ‘beynin süzgecidir’. Gülüyorsun ama öyle! Beynin süzgecinde takılıp kalan tortular yaşam damarlarını tıkadığı vakit kulakları sağır eden bir çınlama, yankılanma ile uyanır insan. İşte o damar yollarını sanatla açar boşaltırsın.

Lily Afshar – ‘Gol-E Gandome’ eşliğinde
(Çakırkeyif saatler)
Bazı ağaçlar vardır ormanın içinde bile kendini belli eder. Meyvesiyle gölgesiyle ya da haşmetiyle….
Bazı ağaçlar şehrin göbeğinde gerdanda bir inci kolye gibi kendine  hayran bırakır.
Bunları sen zaten bilirsin; ararsan bulursun.
Benim anlatacağım ağaç çok nadir görülür ama hemen de fark edilir. Bulunduğu tepenin ya da ovanın üzerinde kadim bir bekleyiştedir.
Sadece kendisini arayana seslenen bir duruşu vardır: İntihar Ağacı…
Sen hiç intihar ağacı gördün mü?
Hele ki ‘meyveye’ durduğunda…
Sanki su da toprak da olmasa o yine orada bekleyecek gibidir .
Dikkatle bakarsan dalından indirip gömüldükten sonra bile Müntehirin sallanan gölgesini görürsün.

Müslüm Gürses – ‘Tanrı İstemezse’ eşliğinde…
(Melankoli başlar)
Kumaş başka bir dünyadır dostum.
Bizim hikayemiz kumaşa geçer
Omzuna kuş konmuş çocukluğun orada yaşar
Coşkular, sevinçler renklere karışır
Kaçırdığımız zamanların, yitip giden fırsatların telafisi desenlerde gizlidir.
Terziler kumaşı okşarken parçalanmış yüreğin acısını da alır.
Ama öykümüz yarım kalır;
ona terzinin de gücü yetmez.
………………….
Haydi kalkalım artık.

V.e
:

İlginizi çekebilir