15. yüzyılda Roma’daki antik kalıntılar arasında tuhaf ama güzel bir tür mermer ortaya çıktığında, bunun kökeninin 500 yıl sonra, üstelik Türkiye’de bulunacağını kimse tahmin edemezdi. Bu makale, bizi bu antik mermerin muazzam ve garip dünyasına götürecek olan kısa bir dedektiflik hikayesidir. Konusu bir taştır, efsanevi değeri modern tarihçiler, arkeologlar ve bilim insanları arasında giderek büyüyen bir taş. Sonunda bu taşın gizemi, yalnızca birkaç yıl önce Seferihisar’da Teos kalıntıları arasında çözülecektir.
Çeviren: Şule Gönülsüz
15. yüzyıl Roma’sındayız. Küçük bir kasabanın civarına yayılmış harabelerin ortasında bir adam, Giacomo, elinde kürekle kalakalmıştı. Deseni ve renklerini hemen tanımıştı. “Africano” zihninde parladı. Gülümsedi. Gün ışığına çıkardığı taşın yüzeyi hafifçe kıvrımlıydı, bu büyük bir sütun olabilirdi. Küçük parçalara ayrılmamış olmasını diledi içinden. O zaman ustası çok sevinirdi! Çünkü Africano hâlâ en değerli mermer türlerinden biriydi!
Batı Roma İmparatorluğu, 476 yılında son imparatoru Romulus Augustulus’un tahttan indirilmesiyle sona erdiğinden beri, bir zamanlar metropol olan Roma çoktan çöküşe geçmişti. Zamanımızın ilk yüzyıllarında Augustus ve Hadrianus gibi ünlü imparatorların terk ettiği mermer kenti, nüfusunun çoğunu çoktan kaybetmişti. Karanlık Orta Çağ’ın gelmesiyle Roma, sonunda doğanın kolayca yeniden ele geçirdiği, geniş alana yayılmış harabelerle çevrili küçük bir kente dönüşecekti.
Ancak bu karanlık çağlardan sonra, nihayet İtalya’da erken Rönesans ile 15. yüzyıla gelindi. Venedik, Ceneviz, Floransa ve diğer birkaç bağımsız İtalyan kenti hızla tüm Avrupa’nın en zengin kentleri oldular. Doğu ile önceki yüzyıllardaki ticari bağlantıları da antik dönemin sanat ve edebiyatına olan ilgilerini artırmıştı.
Bununla birlikte, Akdeniz dünyasının siyasi konumu tam da bu dönemde sağlamlaştırıldı. 15. yüzyılın ortalarında, kesin tarihiyle, 1453’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun veya daha doğrusu Bizans İmparatorluğu’nun sona ermesiyle Akdeniz’in batı Yunanistan ile güney Fransa arasındaki tüm kıyıları artık İslam dünyasına aitti.
Kısacası, bir zamanlar güçlü Roma’ya en renkli mermerleri sağlayan taş ocaklarının neredeyse tümünün Hıristiyan dünyasıyla bağlantısı sonsuza dek kesilmiş oldu. İronik bir şekilde, Hıristiyan dünyasının kalbi olan Roma, tam da bu dönemde büyük bir mermer ocağı haline gelecekti. O andan itibaren birçok kilise ve bazilikayı dolduracak, yeniden genişleyen kenti ve İtalya’nın geri kalanını inşa edecek olan bir taş ocağı.
Biz hikayemize geri dönelim, yaklaşık bir saat sonra işçimiz Giacomo, antik Roma’nın harabe topraklarından çıkardığı güzel sütunu ustasına gururla gösteriyordu. Africano mermerinden yapılmış, neredeyse bütün olan bu sütun, yeni bir kilise veya bazilika için kullanılan ilk sütun olmayacaktı. Orta Çağ’ın başlarından beri birçok Hıristiyan yapısı antik kalıntılardan kurtarılan her türlü malzeme ile inşa edilmişti. Tek bir kilisede çatıyı desteklemek için kullanılan sütunların hemen hepsinin farklı renk, stil ve boyutlarda olması özellikle tercih ediliyordu. Hatta farklı düzenlerde (İyon, Korint ve Kompozit) sütunlar hep birlikte, karışık olarak kullanılıyordu. Dayanıklı bir şekilde durması yeterliydi, bu sütunları kullanmakta sakınca yoktu.
Ancak İtalya’da Rönesans’ın gelişiyle birlikte bu yapı tarzı büyük ölçüde değişti. Bu kakofoniye son verildi! Artık antik dönemlerde olduğu gibi, uyum yeniden ilke haline geldi. Ancak bu aynı zamanda, mevcut olan tüm farklı antik mermer türleri arasında düzenin kurulması gerektiği anlamına geliyordu. Tıpkı antik dönemlerde olduğu gibi… Dolayısıyla, bu eski mermerleri toplarken, Giacomo gibi işçilerin bu mermerlerin rengini ve desenlerini hemen tanıması zorunlu hale geldi. Bu mermerlere yeni seçilmiş adlar vermek gerekti.
Usta, işçisi Giacomo’nun düşüncelerini onaylayarak İtalyanca “Africano” diye bağırdı. “Africano” ile ilk akla geleceği gibi “Afrika’dan geldiğini” değil, “Afrikalı bir erkeğin rengini” kastediyordu (Ne yazık ki pek çok kişi hala yanlış bir şekilde tercüme ediyor!). Bu, normalde mermerlerini kökenlerine göre isimlendiren eski Romalılarla büyük bir tezat oluşturuyordu. Rönesans İtalyanları, Roma kalıntıları arasında buldukları mermerlere renk ve desenlerine göre isim verirlerdi. Örneğin: “Giallo Antico” (antik sarı), “Rosso Antico” (antik kırmızı), “Verde Antico” (antik yeşil) veya “Nero Antico” (antik siyah).
Öte yandan mermerlere, benzedikleri şeylere, desen ve renk kombinasyonlarına göre isimler de verdiler. Örneğin: “Cipollino Verde” (yeşil soğan), “Pavonazzetto” (tavus kuşu kuyruğu), “Fior di Pesco” (şeftali ağacının çiçeği), “Serpentino” (yılan derisi) ya da en güzeli ve en gizemli olanı “Africano” (Afrikalı bir adam). Bu, koyu (siyah, gri, koyu yeşil) bir arka plan rengine sahip, büyük (pembe, kırmızı) renkli yamalar ve beyaz renkli küçük noktalar veya damarlar içeren bir mermerdi. Kısacası, koyu tenli ve koyu renk gözlü Afrikalı adamın yüzü ile kırmızı dudakları, pembe ağzı, beyaz renkli dişleri ve gözlerinin akı…
Bunlar, Giacomo’nun ustası için ortaya çıkardığı bozulmamış mermer sütunun renkleri ve desenleriydi. Roma dönemlerinde olduğu gibi Africano, Rönesans ve sonrasında hala büyük kabul gören bir mermerdi. Yakınlarda aynı değerdeki mermerden daha fazla benzer sütunların bulunması, kesinlikle ustayı memnun edecekti. Her biri 20 (Roma) fit yüksekliğinde (yaklaşık 6 metre) olan bu devasa sütunlardan iki veya dördü çok çekici bir “kapı” ya da muhteşem bir “siboryum”* inşa etmek için yeterliydi. Belki de bunlarla yeniden genişleyen Roma’nın yeni mahallelerinde müminlerin istediği yeni bazilikalardan birinde güzel bir sunak süslenebilirdi. Ancak Giacomo, eski zamanlarda da bu mermerin oldukça alışılmadık bir isme sahip olduğunu o zaman asla bilemezdi. Ayrıca bu yanıltıcı ad, 500 yıldan fazla sürecek bir gizemin de sebebiydi.
Daha önce de belirtildiği gibi, eski Romalılar mermerlerini kökenine, çıkarıldığı yerin veya ilin adına göre isimlendiriyorlardı. Örneğin, Rönesans İtalyanlarının “Giallo Antico” olarak adlandırdıkları çok değerli sarı mermerin adı Roma eyaleti Numidya’dan (bugün Tunus’un bir parçası) geliyordu. Dolayısıyla Latince adı da “Marmor Numidicum”du (Numidia’dan gelen mermer). Çok nadir bulunan mermer “Pavonazzetto”, Frigya’daki uzak Roma kenti Synnas’ın (Türkiye’de İscehisar bölgesi) yakınında çıkarılırdı. Latince adı “Marmor Synnadicum” oradan gelirdi. Yeşil ve beyaz “Cipollino Verde”, Eğriboz Adasındaki Yunan kenti Karistos’tan geldi ve Latince “Marmor Carystium” olarak adlandırıldı.
Ancak bu ortak kuralda sadece bir büyük istisna vardı. Bu mermer, Roma’ya getirilen ilk renkli mermerlerden biri olduğu için kökenine göre adlandırılmamıştı. Bunun yerine, onu MÖ 74’te Roma’ya ilk getiren büyük Roma Konsülü General Lucius Licinius Lucullus’un adını verdiler. “Marmor Luculleum” o kadar ünlü ve değerli hale geldi ki, dönemin Romalı yazarlarının neredeyse hiçbiri, mermeri tanımlamak ve hatta kökeninden hiç bahsetmek için bir çaba sarf etmedi. Bu durum, daha az bilinen diğer antik mermer türleriyle arasında büyük bir tezat oluşturmaktadır.
Bunun tek istisnası Yaşlı Plinius’du. 79 yılında Vezüv Yanardağının patlaması sırasında Pompeii’deki kurbanları kurtarmaya çalışırken ölmüş olan bu Romalı general ve yazar, zaten çok tanınmış biridir. Ama esas ünü şuradan gelir, aynı zamanda ilk ansiklopedi Naturalis Historia’nın (Doğa Tarihi) da yazarıydı. Ansiklopedinin 36. Kitabı taşlar üzerinedir, burada “Marmor Luculleum”un Roma’ya ilk gelişinden, oldukça koyu renginden ve kökeninin Milos Adası (bugün Yunanistan’daki Değirmenlik Adası) olduğundan bahseder. Ancak diğer tüm renkli mermer türlerinin aksine, Plinius’un ölümünden yüz yıldan daha kısa bir süre sonra, Luculleum mermerinin Roma’ya ithalatı aniden durduruldu. Tiber Nehri boyunca imparatorluğa ait mermer stoklarında bu mermer daha da pahalı hale geldi. Sonunda, “Marmor Luculleum” ve temsil ettiği şeyler zamanın sisleri arasında kayboldu.
İtalya’da erken Rönesans döneminde antik edebiyata ve farklı antik mermer türlerine olan ilginin arttığı sıralarda bazı İtalyan tarihçiler de antik metinler üzerinde araştırma yapmaya başladılar. Özellikle bu renkli mermerlerin nereden geldiğini öğrenmek istediler. Ama bu o kadar açık değildi. İlk önce zaten yaygın olan İtalyan isimleriyle eski Latince isimleri eşleştirmeleri gerekiyordu. Neyse ki, bu eski metinlerde renkli mermerlerin büyük çoğunluğu hakkında yeterli açıklama vardı.
Epey zaman içinde ve eleme yoluyla Africano ve “Marmor Luculleum” arasında olası bir eşleşme olduğunu bile keşfettiler. Fakat Plinius’un metninde hala birkaç ciddi tutarsızlık vardı. O zamana dek mevcut olan bilgiye göre, koyu renkli bir mermerdi. Oysa Africano kırmızı, pembe lekeleri, beyaz nokta ve damarları ile oldukça renkliydi. Ege Denizindeki Milos Adasında çıkarılıyordu. Ancak Milos’a kısa bir yolculuktan sonra, o adada tek bir mermer ocağı olmadığını öğrendiler!
Belki de uzun zaman önce Pilinius’un Naturalis Historia’sının kopyasını yapanlar bir hata yapmıştı. Belki Milos’un M’si aslen Nilos’un N’siydi. Hemen Rönesans coğrafyacıları Mısır yönüne baktılar. Roma dönemindeki Africano mermerinin Nil’deki bir ada üzerinde bir yerde çıkarıldığına çabucak ikna oldular. Fakat Mısır o anda Batılılar için kolay ulaşılabilir olmadığından, bunu doğrulamak imkansızdı.
Dahası, Romalı General Lucius Licinius Lucullus’un hayatını incelerken, bazı tarihçiler onun çok kısa bir süre Mısır’da bulunduğunu öğrendiler. Öte yandan, hayatının birkaç yılını da günümüz Türkiye’sinde bir yerde geçirmişti. Orada Karadeniz’in güney kıyısındaki bölgede Pontus kralı VI. Mithridates’le uzun süre savaşmıştı. Böylece bazı tarihçiler araştırmalarını Sakız Adasına yönelttiler. Bu adanın kuzey kıyısında, siyah mermer olan “Nero Antico”nun geldiği küçük bir antik taş ocağı vardı. Ancak eski zamanlarda bu tür mermer oldukça çirkin, ucuz ve önemsizdi. Bu, o ünlü “Marmor Luculleum”un taş ocağı olamazdı!
Son olarak 19. yüzyılda, Mısır’ın üst kesiminde, Nil Nehri üzerindeki adalar Avrupalı gezginler için erişilebilir hale geldi ama hiç kimse ünlü “Marmor Luculleum” ya da Africano’nun çıkarılmış olabileceği herhangi bir antik taş ocağı bulamadı. Artık Africano’nun kökeninin Afrika’da olmadığı kesindi!
Bu arada Rönesans’tan beri ve daha sonra Barok dönemde Roma’nın her yerinde mantar gibi birçok kilise, bazilika ve saray ortaya çıktı. Bu binaların dekorasyonunda düzinelerce yeni keşfedilen Africano sütunu, bloğu ve plakası kullanıldı.
Yine bir yüzyıl sonra, antik Roma’nın merkezindeki Roma Forumu’nda ve Augustus Forumu’nda yapılan arkeolojik kazılarda bu koyu renkli mermerden yapılmış çok sayıda sütun parçası ve zemin kaplaması içeren oldukça önemli yapılar ve tapınak bulundu. Bu, antik dönemlerde VE daha sonraki zamanlarda Africano’nun en değerli mermer türlerinden biri olduğunun son kanıtıydı. Aynı zamanda en nadir ve en pahalı olanlardan biriydi.
Ama daha geçen yüzyılda, 1930’ların sonlarına gelindiğinde, bu harika mermerin nereden geldiğine dair hâlâ kimsenin hiçbir fikri yoktu. Sonra İkinci Dünya Savaşı İtalya ve Avrupa’yı yere serdi.
Daha sonra 1960’larda eski beyaz mermerlerin kökenini belirlemeye yönelik yeni teknik ilerlemelerle birlikte antik döneme ait renkli mermerler ve mermer ocaklarının tam yerini bulma arayışına da ilgi arttı.
Nihayet 1966 yazında İngiliz tarihçi Michael Ballance Türkiye’ye Sığacık’a geldi. Orada, küçük bir gölün yanındaki bölgede, uzun gri sıra halinde, muhtemelen antik mermer bloklar olduğunu duymuştu. Oraya vardığında bu mermerlerin eski bir taş ocağından çıkarıldığını anladı. Taşların üzerindeki alet işaretleri ve Latince yazılar tüm şüpheleri ortadan kaldırıyordu. Adam hızla gölün şimdi suyla dolu olan eski bir taş ocağı olabileceği sonucuna vardı. Ama sonra, birdenbire, devasa gri blokların yakınında, renkli yamalı birkaç küçük blok buldu. Hemen büyük bir keşif yaptığını anladı. Hiç şüphe yok ki, bu yamalı blokların ve daha küçük olanların mermerleri yıllar önce Roma Forumu’nda, birçok Hristiyan bazilikasında ve Roma’nın en iyi korunmuş antik tapınağı Pantheon’un duvarlarında kullanılan mermerlerle aynı türdendi. Burası ünlü Africano mermerinin ve belki “Marmor Luculleum”un da geldiği taş ocağıydı. Tarih ve arkeoloji dünyası için bu oldukça önemli bir haberdi.
Ancak gizemin yalnızca bir kısmı çözülmüştü. İtalyanların erken Rönesans’tan beri Africano dedikleri bu mermerin antik Teos yakınlarındaki taş ocağından çıkarıldığına artık hiç şüphe yoktu. Şimdiki adıyla Karagöl’ün içinde veya göl zeminin altında herhangi bir araştırma ve kazı yapılmasa da bilim, bunun bir zamanlar çok değerli bir mermerin gün ışığına çıktığı küçük taş ocağı olduğu konusunda hemfikir. Günü gelip MS 2. yüzyılın ikinci yarısında aniden tükenene kadar bu mermerin kaynağı o taş ocağıydı. Teos’un güneyindeki antik limanda daha sonra yapılan arkeolojik kazılar, tahminen Roma’ya gönderilmek üzere bir gemiye yüklenirken denize düşen bir Africano mermer bloğunu ortaya çıkardı.
Geriye gizemin diğer kısmı kaldı. Latince adı “Marmor Luculleum” olan mermer, acaba Rönesans İtalyanlarının Africano dediği mermer olabilir miydi? Bilim adamlarının büyük çoğunluğu buna katılıyor gibi görünüyordu, ancak gerçek kanıt teşkil edebilecek net bir metin veya arkeolojik nesne henüz keşfedilmemişti. Plinius’un Naturalis Historia’sının yeni bulunan versiyonu üzerine yapılan yeni araştırma, “Marmor Luculleum”un “heos” adasındaki taş ocağından geldiğini ortaya çıkardı! Plinius yoksa bu “heos” ile Teos antik kentinin bulunduğu yarımadayı mı kastediyordu?
Bu iyi bir göstergeydi, ama ne yazık ki kesin bir kanıt değildi! Ancak birkaç yıl önce Türk kasabası Sığacık’ın yakınlarındaki antik Teos kalıntıları arasında mütevazı bir arkeolojik nesnenin bulunmasıyla, bilim dünyasının beklediği son kanıta da ulaşıldı. Pek etkileyici bir şey değildi. Sadece üzerinde okunaklı bir Latince metin olan bir Roma heykelinin kaidesi idi. Kazıdaki arkeolog için onu okumak ve tercüme etmek o kadar da zor değildi. Metin, belirli bir Communis’in Roma tanrıçası Venüs Pontia’ya (Deniz Venüsü) ithafıydı. Denizi güvenle geçmek için dua eden insanlar Venüs Pontia’ya büyük saygı duyarlardı. Metinde açıklandığı gibi Communis, “Luculleis Mağarası” veya Lucullean mermer ocağından sorumlu, serbest bırakılmış bir köleydi. Communis, Venüs Pontia’ya ithaf ederek mermerinin Roma’ya güvenle ulaşmasını umuyordu.
Yakın zaman önce Teos’ta bulunan bu antik yazıt aradığımız kayıp halkaydı. Bu, “Marmor Luculleum”un gerçekten bu kasabayla bağlantılı olduğunun da son kanıtıdır. Artık Africano’nun, Romalı General Lucullus’un Küçük Asya’daki seferinden evini süslemek için getirdiği mermer ile tamamen aynı olduğu doğrulandı.
Aynı zamanda bugün Karagöl çevresinde dağılmış çok sayıda renkli ve gri mermer parçası sayesinde, bu küçük taş ocağından iki farklı tür mermer çıkarıldığını da kesin olarak biliyoruz: renkli olanı Roma’ya özel ihracat için, gri olanı ise sadece yerel kullanım içindi. Antik Teos’taki ünlü Dionysos Tapınağı gibi neredeyse bütün kamu binaları bu gri mermerle yapılmışken, renkli mermerden günümüze çok az iz kalmıştır.
Böylece İtalyan işçimiz Giacomo’nun Rönesans döneminin başlarında, o zaman için çok nadir bir isim olan Africano olarak bildiği bir mermer sütunu keşfettiğinde, MÖ 1. yüzyıldaki uzak atalarının onun için sıra dışı bir isim seçtiğini bilemezdi. Giacomo ayrıca bu çok güzel renkli mermerin kökeni ve Latince ismiyle bağlantılı gizemi çözmenin neredeyse altı yüzyıl alacağını da bilmiyordu.
NOT: Bütün fotoğraflar: ©Patrick Lagrou.
* ÇN: Siboryum: Latincesi Ciborium, bir altarı örtecek biçimde sütunlar üzerinde yükselen taş baldaken.